30.SOHBET: BİZ ALLAH İÇİN KONUŞUYORUZ

30.SOHBET: BİZ ALLAH İÇİN KONUŞUYORUZ

Cümleten hoş geldiniz. Safalar getirdiniz. Safalar içinden olasınız.

Allah’ın rahmeti, bereketi, lütfü, ihsanı, hazır nazır olsun, inşallah.

Allah hepinizden razı olsun.

Akıllı olun, fikirli olun. O Kadiri, o Nakşi, öteki Süleymancı, öteki Nurcu… Sizi böyle birbirinizden ayırıyorlar.

“Lâ ilahe illallah, Muhammeden Resulullah” de, hep birdir. Hep birdir… Ayrılmaz… Hepsine selamları götürün. Kitapları götürün. Duaları da çoğaltıp, onları da götürün. Dağıtın. Zahir, batın, selam! Allah’a emanet olun.

 

Allah’ın Rahmeti

Çok dikkatli yaşayın. Bunları yerli yerine koyalım inşallah. Ele geçsin, okunsunlar. Çoğalsınlar.

Size, hepinize bir şey söyleyeyim. Bunu hepiniz okudunuz. Milli eğitimde. Diyor ki, Trabzon’da mesela… Karadeniz’de yağmur çok yağar. Diyor ki, neden yağar? Nerede orman çok olursa, bol olursa, rahmeti oraya çeker. Siz nerde çoğalırsanız, nerede bolca ibadet, taât, zikir olursa; Allah’ın İsmi Şerifi gelirse, Allah’ın rahmeti oraya celp eder, inşallah.

Bunun için verin, okuyun, yapın, yedirin. Ama dine karşı, hükümete karşı, millete karşı cephe almayın. Herkes haklıdır. Herkes kanun altındadır. Birbirinize düşman olmayın. Dost olun. Birisi yanlış bir şey söylerse, hoş görün. Ondan daha iyi bilirsen, birbirinize anlatın. Öyle değil de böyledir. Efendim, şu kitabı şöyle yazmışlar. Belki yanlış yazmışlar, belki okuyan yanlış anladı!.. İkna edin birbirinizi.

 

Kur’an-ı Azimüşşan!..

Bu hadisi şerif’i düşündük, bir sene evvel düşündük. Kur’an-ı Azimüşşan hepimizin ruhudur. Başımızın tacıdır. Bütün âlemlerin kitabıdır. Sırf İslam kitabı değil. Bu bütün insanlar, cin, ins ve hayvanat, dağ, taş, feza âlemi, güneş âlemi… Bunların hepsinin kitabıdır. Kur’an-ı Azimüşşan!..

Fakat ne çare!.. Düşmanları O’nu da rafta bıraktılar. Yine en çok Kur’an Türkiye’de okunuyor. Size müjde olsun! Yani, yine en çok dine Türkiye’de iştirak ediliyor. En çok Türkiye’de… Şimdi Arabistan’da, Yemen’de, Fas’ta, İran’da, vesaire… Irak, işte malum oldu. Suriye’de?.. Kütüphane Türkiye’dedir. Dinin direği de Türkiye’dedir. Bunun için birbirinizin kıymetini bilin. Allah, Türkiye’ye öyle bir güç kuvvet versin de inşallah. Kanuni! Hükümet tarafından! İnşallah İslam âlemine başkan olsun. Dua edin. Birbirinize yapışın.

İslam âlemi dağıldı. Her birisi bir köşede kaldı. Her birisine bir damga bastılar. Her birisine bir hâl bastılar. Onlar da Kur’an-ı Azimüşşan’ın dışına çıktılar. Yoksa biz, şamarı kendi kendimize atıyoruz. Cezayı, kendi kendimize veriyoruz. Dikkat edin! Kendi kendinizi cezalandırmayın.

İslam dendiği vakit, şimdi en güçlü, kuvvetli Türkiye’yi görüyorlar. Bütün İslam âlemi Türkiye’yi görüyor. Allah, hükümetimize güç kuvvet versin. Amin. Dışarıyı da idare etsin. Bizi de idare etsin. Hıristiyan âlemini de idare etsin inşallah.

O Kur’an-ı Azimüşşan’ın yüzü hürmetine! O Hz. Fahri Kainat Efendimizin yüzü hürmetine! O üç ayların, bugünün yüzü hürmetine hepiniz bir can olun. Bir can hepiniz olun. Din böyle emrediyor. Allah da böyle emrediyor. Peygamber de böyle emrediyor. Tesbih gibi, böyle birbirinize sarılın. Böyle olun ki, sizi birbirinizden koparmasınlar. Hakk’ında hem hadis var, hem ayet var.Allah hepinizden razı olsun. Dağılmayın.

 

Hükümetin Dedikodusu

Gidecek misiniz? Selam söyleyin. İşi olan gitsin, durmayın. Vazife oluyor, işi oluyor. Durmayın, gidin. İşi olmayan otursun. Oturun, konuşun, sohbet edin.

“Memlekete gideceğim, bulgur getiriyim mi baba?”

Orda öyle fakir yoksa, en fakir bensem, al getir yavrum. Ne yapalım? Biz burada herkese verirken, sen de bize getir. Teşekkür ederim, getir. Getir yavrum, getir.

Getir, meclise getir. Ama en aşağı bir ton getir. Bir tondan aşağı olmaz. Ne yapalım, hoş görmek lazım. Kızmamak lazım. Hoş görmek lazım. Yaa!.. Kaşarlanmayın. Türkiye’nin kıymetini  bilin. Hükümetin kıymetini bilin. Hükümeti düşman etmeyin.

“Eğer,” diyor, burada… Bir hadis şerifin meali… “Eğer,” diyor, “Bir kimsenin günahı yoksa, günahsız… Hükümetin dedikodusunu yapsın. O günah ona yeter.”

Anlıyor musun? Hükümet Hakk’ında atmayın. Zındık da olsa, alim de olsa, atmayın. Çünkü onlar, bir derece daha, bizden büyüktür. Bir milletvekili, kaç kişiden temin oluyor? Kırk bin kişi!.. Kırk bin kişi, bir milletvekili seçiyor. Efendim şu iyidir, şu kötüdür… Biz istiyoruz ki, hepsi iyi olsun. Ama bazısı da yanlış olur. Onu da hoş görmek, geçmek… İnşallah!

Memleketimiz, milletimiz için, gece ve gündüz, Din-i Mübin için duada bulunun inşallah. Amin. Kim ki… Kim ki, Allah’ın verdiği ilimle, Kur’an-ı Azimüşşan, hadisler Hakk’ında, büyüklerin, velilerin ricasıyla devam ederse, Kur’an okursa, namaz kılarsa, Allah’ının rahmet bulutlarını, o memlekete çeker inşallah! Önce bütün dünyada, şimdi bu halde. Türkiye’de uyandırıyor elhamdülillah, çok şükür!..

Türkiye’de olan Kur’an-ı Azimüşşan, Türkiye’de olan Din-i Mübin, hiçbir memlekette yok. Hepsi böyle, dedikoduya, tefrikaya ayrıldı.

O Kur’an-ı Azimüşşan’ın, O Habib-i Kibriya’nın yüzü hürmetine, bugünlerin yüzü hürmetine, bizi birbirimizden ayırtmasın. Birleşelim inşallah, Bütün insanlarla birleşelim. Bütün insanlarla birleşelim…

 

İnsanlara Yardımcı Olun

Bir kez daha söyledim. İnsan âlemi, yani insan oğlu… Sayısı altı buçuk milyar şimdi, diyorlar. Altı buçuk milyar!.. Sırf Hindistan bir buçuk milyar diyorlar. Bunu böyle hesap ediyorum. İsrail Yahudi. İsrail Tevrat sahibi… İsrail bir buçuk milyon gelmez.

Bir milyar İslam âlemi… Muhammedi olarak, Kelime-i Şehadet, Kelime-i Tevhid ile; “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu!”, “Lâ ilahe illallah, Muhammeden Resulullah!” Her sözümüzde, her adım attığımızda, bunları eksik etmeyin.

Bismillahirrahmanirrahim!.. Rahman, Rahim sıfatıyla, “Allah’ım! Sana sığınırız. Sen yardımcımızsın. Yardımcımız ol Allah’ım!” de… Allah’a sığınalım.

Bunların içinde, gene en büyük! Hadi, bir buçuk inşallah çıkar. Ehli tevhid, İslâm, bir buçuk çıkar. Yani, bunların içinde en güçlü kuvvetlisi, hem orduca, hem hükümetçe, hem yemek içmek için, giymek için, hem Din-i Mübin için, hem Kur’an-ı Azimüşşan üzerine… Bir buçuk milyar müslüman devletin en kuvvetlisi Türkiye’dir. Bu haline şükredin. Birbirinize düşman olmayın. Ordusundan, yeme içmeden… Allah daha bolluk versin.

Öbür taraftan işitiyorsunuz. Kamyonlarla, tırlarla, aç yerlere Kızılay yardım gönderdi. On beş bin lira için kavga oluyor. Türkiye’de dışarıya milyarlar gidiyor. Açlara, Suriye’ye gidiyor. Afrika’ya gidiyor. Romanya’ya gidiyor, Bulgaristan’a gidiyor. Günde kaç tır gidiyor. Kızılay’dan tır çıkıyor. Allah bereketini daha artırsın. Bol etsin inşallah.

Nedir o? Sizin yüzü hürmetinize, Kur’an-ı Azimüşşan’ın yüzü hürmetine, birbirinize yardımcı olun. İnsanlara yardımcı olun, hayvanlara yardımcı olun. Ufak bir sineğe yine, yardımcı olun. Sinek öldürmek? Mikroptur diyor. Öldürün. O sizi öldüreceğine, siz onu öldürün. Gördünüz ki bir sinek de suya düşmüş, çamura düşmüş, bir tatlıya düşmüş, fakat kendini kurtarmak istiyor. Ama boğuluyor. Bir çöp ile, bir el ile, onu alın. Bir kenara koyun. Öbür taraftan, öldürüyorsun. Ama onu o anda kurtarmaya çalış. Bir sineğe kadar, bir hayvana kadar… Vahşi olsun; ne olursa olsun.

           

Daha Bir Sineği, Bir Arıyı…

Bir Efendi, bir cemaate… Böyle hoca… Fakat cemaatin içinde beş, on tane var… Bu iş Bağdat’ta oluyor. Âlim merkezi!.. Bir gün çocuklar diyor; “Dışarıya çıkalım, bir hava alalım.” On beş, yirmi, otuz kişi, ne varsa… Beraber çıkıyorlar. Ve cemaatin içinden birisi dedikodu yaratıyor. İşte; “Efendi gelen yabancılara bakıyor. Bize bakmıyor. Biz senelerce böyle hizmet ediyoruz. Ne vakte kadar daha hizmet edeceğiz? Acaba bizden bir adam daha yetişmedi mi?” Arkadaşların arasında dedikodu yapıyor. Efendi Hakk’ında!.. O da beraber…

İşte Haziran’ın sonu. Sıcaklarda, yağmur yağmış. Bir su birikmiş. Öyle, bir o hayvana… En çok ona, eşek arısı yanaşıyor… Oradan geçerken bakıyor ki, beş, on tane düşmüş suya. Uçamaz çünkü o. Suya düştü mü, o uçamaz. Bir yere tutunacak, çıkacak sudan. Kurtulduktan sonra uçar. Orada boğulur yoksa. Ama, neyi oraya koysun, bilmiyor. O kadar sıcak. Susamış geliyor, hemen konuyor suya. Su içiyor ama, suda da boğuluyor. Bir daha da uçamıyor.

Efendi hocası onları görürken, o ispiyonculuğu yapan birbirisini çağırıyor: “Hasan yavrum, oğlum.”

“Buyurun Efendi! Canım sana feda.”

“Şu hayvanları görüyor musun?”

“Gördüm Efendim.”

“Onu çıkarıversene.” diyor. “Yahu ne duruyorsun?” diyor.

Hepsi: “Hasan çıkarsın.” Diyorlar.

Hasan hemen yanaşıyor. Arının altında tutarken, sudan kurtulur kurtulmaz, parmağını sokuyor. Bilmez ki… Pat diye suya atıyor onu.

“Onu ne yaptın oğlum? Efendi diyor.

“Elim! Bak, şişti.” diyor. “Ben hepsini tutarsam?.. Beni soktu.” diyor.

“Ama hiç olmazsa… Gene suya atıyorsun?” diyor Efendi. “Sen iyi çocuksun, akıllı çocuksun.” diyor.

Ötekiler diyor ki; “Efendim biz çıkaralım.”

İki, üç kişi yine aynı vaziyette yapıyorlar. Aah!..

“Ben size bir akıl vereyim oğlum. Şu çubuğu bana getirin.” diyor. Uzun bir çubuk. Efendi’ye veriyorlar. Efendi suya götürüyor. Suyun altına veriyor. Çubuğun üzerine alıyor. Su bittikten sonra uçuyorlar. Uçamazsa, dışarıya çıkıyorlar. On beş, yirmi tane alıyor. Hepsini!..

“Daha bir sineği, bir arıyı sudan kurtaramıyorsun.” diyor. “Dünya kadar fırtınalar koparıyorsun. Böyle işleri bir daha işitmeyeyim aranızda.”

 

Akl-ı selim, Kalb-i selim

Bu misalde iyidir. İyi mi? Şu iyi biliyor, şu kötü biliyor… Hiç birbirisine laf etmeyin. Birbirinizi ikna edin. Ne ile? Akl-ı selim, Kalb-i selim inşallah! Allah insanlığa, Habib-i Kirâm’dan bahşettiği O Nur-u Nübüvveti’nin, Ahkâm-ı Kur’an’ının yüzü hürmetine, Akl-ı selim, Kalb-i selim verirse, akıl başka türlü düşünür. Birleşir kalp ile… Akl-ı selim, Kalb-i selim!..

Aranıza bakın bir daha! Bakın bir daha söyleyelim. Akılla kalp malumdur, diyor. Bir karış arası. Akılla kalbi birleştiremiyoruz. Neden? Bu çok sevdiğimizi, zevki, sefayı, uykuyu, yemeği, içmeyi… Onlar mani oluyor. Allah ne vermişse, yiyebildiğimiz kadar, hissemizi alalım. Geri kalanı, işte Kızılay’a verelim. Komşulara verelim. Fakirlere verelim. Böyle yaparsak, Akl-ı selim, Kalp ile birleşir inşallah.

O vakit, ufacık bir zerre… O ki canlıdır, onu düşünür. Büyük bir fille, bir balığı. Onu düşünür… Çünkü aklı değişir. Merhamet-i ilahi!...

Çayla ayran, bahsettim. Diyorum ki, tek tek… Çay güzel içilir. Afiyet olsun. Fakat, onun yerine bir ayran koysan, o da içilir. İkisi de tek içilir yani. Fakat, biraz ayranı çaya koyalım. Öyle içelim. Ne çay içilir, ne ayran içilir.

 

Biz Allah İçin Konuşuyoruz. Allah İçin Kazanıyoruz.

Dünyamızı kullanalım. İyi kullanalım. İyi sevelim dünyamızı. Çünkü dünyamız, yeme içmemiz, gezmemiz, hali ahvalimiz, bizim bineğimizdir. Allah ve Allah’ın Resulü’nden gelen Kur’an-ı Azimüşşan, hadis-i şerifler, akıl, yani akl-ı selim, kalb-i selim, bu da başımızın tacıdır. Gözümüzdür, kulağımızdır, dinimizdir. Her şeyimizdir. Yeme, içme, giyme, o da bineğimizdir. Para, bineğimizdir. Aklımız değil. Çünkü onlar olmasa, yaşama olmaz. Allah için kazanın, zengin olun. Allah için kazanın, çok zengin olun!

Âlimlerden İmam-ı Azam, İmam-ı Hanbeli… Dört imamdan değil mi onlar?.. Onların şecereleri Seyyit’tir. Allah’ın Resulü’nün torunlarından devam edenler. İmam-ı Azam Efendimiz çok zengin… Çok zengindir. Zahiri ilim, hem Gavsiyet, hem Kutbiyet, hem tarikat, hem ehli sünnet vel cemaat!.. Bak, hepsini toplamış.

Gavsiyet!.. Hz. Pir Seyyit Sultan Abdülkadir Geylani (Kaddesallahu sırrehül Aziz ve Hakim) aynen böyle söylüyor. Çünkü lâyıktır oraya. Her şeye lâyıktır!.. Bunlar işte… Çok zengin, çok zengin. İmam-ı Azam, Ebu Hanife, manifaturacılık yapmış. Âlim, matbaacı. Mahiyetinde manifaturacılık yapıyor.

Bir gün talebelere ders verirken, Bağdat’ta… Dışarıdan biri geliyor. Kan, ter içinde.

“Hayrola oğlum ne var?” Efendi diyor.

“Söylemeyeyim üzülürsün.”

“Yok oğlum. Geldin, söyle.” diyor.

“İşte İtalya’dan…” Venedik, o zaman ismi. “Bizim gemi gelmiş. kumaşlarla  gelmiş, ama yetişememiş. Körfezde dokuz adamla boğulmuş. Gemi de gitti. Mal da gitti.”

Adam da şöyle bir dakika duruyor.

“Rabbül âlemine Hamdü senâ olsun oğlum. Geçmiş olsun.” diyor. “Kazanız geçmiş olsun. Baş sağlığı diliyorum. Vaazdan sonra ben gelirim, sizinle alâkadar olurum.” diyor.

Ders verecek. Hep yüksek talebeler gidiyor. O akşam paydostan sonra gidiyor. Onları teselli ediyor.

İkinci gün yine derste. Yine birisi geliyor. Bir selam veriyor.

“Efendimiz.”

“Buyurun.” diyor.

“O gemi bizim değilmiş. Bizim gemi geldi. Basra’ya yanaştı. Mal çıkarıyor. Gönderiyor. Bağdat’a geliyor mal.”

“Ciddi mi?”

“Ciddi Efendi.” diyor. “Dünki havadis yanlışmış. Batmış ama, bizim ki değil.”

Şöyle gene bir dakika duruyor. Aynı... Bir daha… “Hamdü senâ olsun. Rabbim sana şükür olsun.”

Şimdi, yetişmiş talebeler çok lazımdır. Şahsa lazım, umumiye lazım. Yetişmiş talebeler yahu!.. Bu kadar ziyana, Rabbül Âlemine Hamdü senâlar olsun, şükür… Müjde verdiler. Yine aynı…

İçinden çıkamıyorlar. Üçüncü gün, soruyorlar.

“Efendimiz.” Birisi parmak kaldırıyor. “Sen, bu kadar ziyana Hamdü senâ ettin. Allah’a!.. İkinci gün müjde verdiler, yine Hamdü senâ ettin. Bunu biz anlayamadık. Bize izah et.” diyor.

“Aferim çocuğum,” diyor. “Aferim sana. Teşekkür ederim. Birinci gün ziyandan haber verdiler. Siz hepiniz üzüldünüz. Evet… Şöyle gönlüme baktım, ki hiç üzüntü yoktu. Kalbime baktım, hiç üzüntü yok. Batmış. Mal gitmiş, insan gitmiş. Hiç üzüntü yok. Mal çok kıymetlidir çocuklarım. Fakat bir üzüntü yok... İkinci gün müjde geldi. Gemi bizim değil, başkasının. Bizim mal gelmiş. Şöyle yine kalbe baktım… Hiç bir sevinç yok. Ne üzüntü var, ne de bu kadar mala sevinç var. Biz Allah için konuşuyoruz. Allah için kazanıyoruz. Allah için taksimatı yapıyoruz. Bu can da Allah için. O malda Allah için. Allah için olduktan sonra, Allah bizden kuvvetlidir. Üzüntüye lüzum yoktur.”

Allah keder vermesin hepinize… Amin. Keder vermesin. Bu İmamı Azam!.. Çok zengin. Bunu da söyleyelim inşallah.

 

O Köyün Çobanlığı, Bana Çoktur

Kalkalım şimdi, Hz. Pir’e dönelim. Geylân köyünde çocukken, ilkokula giderken, bir talebe varmış. Aynı köyden… Birbirlerini çok seviyorlarmış. Hz. Pir aynı yaşta. Hz. Pir üzüm çeker, malumunuzdur. Babasından kalan para, anası O’na veriyor. O’nun temelini söyleyelim. Bir inek!.. Babası ölmüş, bir ineği var. Oradakilerin arasına götürüyor. Otluyor. Akşama getiriyor. Anası alıyor. O sütü hem ekmek parası yapıyorlar, hem gıda yapıyorlar. Babasından yedi yaşında yetim kaldı.

Bir gün inek, başkasının buğdayına girerken, kuyruğuna yapışıyor. Elindeki çubuğu ineğin burnuna vuruyor ki geri çekilsin. Yemesin buğdayı. Yoksa sahipleri ile kavga edecek. İneğin burnuna o çubuk ile vurunca ineğin burnu acıyor, kafasını döndürüyor. Diyor ki: “Çocuk beni dövme. Allah, seni çoban yaratmadı.” diyor. “Allah senin ruhundan, Âlim yarattı. Sen büyük bir Âlim olacaksın. Oysa beni çoban gibi dövüyorsun.” diyor.

Çocuk o kadar pusulayı şaşırıyor ki beti benzi atıyor. İnek konuşuyor!.. Akşamleyin evine geliyor. Benzi, beti atmış.

Anası; “Ne var oğlum? Seni dövdüler mi?”

“Kimse yok. İnekle konuştum.”

“Ne dedi?”

“Böyle, böyle söyledi…”

Babası da vefat ederken, kırk altısında, diyor ki: “Bunu, Abdullah’ı okut.” Abdülkadir!.. İneği gösterip “Bu O’nun.” “Kendiniz temin edin. Bu O’na harçlık.” diyor.

İşte… Oradan Gavsiyet!... Zamanında, Bağdat bütün elindeyken, zahir ilmi, batın birleşmiş. İsmi ta İran’a, o köye gidiyor. O köy. İran’da Geylân. O sevdiği arkadaşı var ya, bunlar konuşulurken köyde, o da sığır çobanı. O köyün sığırını güdüyor. İşte, ne verirlerse… Perişan. Çoluk çocuğuyla perişan.

O’nun halini, ahvalini, zenginliğini işitirken, diyor ki: “Hanım. Benim bir arkadaşım vardı. Sen biraz bu sığırla, çocuklarla, köyün sığırlarıyla alâkadar ol. Bir, iki gün, ben gideyim. O arkadaşı bir göreyim. Belki bize bir mükafatı, muhabbeti olur.”

Yola devam etti. Gidiyor. Bağdat’a uğruyor. Dergâha geliyor. Soruyorlar. “Deyin ki falan köyünden, Hasan… Arkadaşı geldi. Falan köyden çocukluk arkadaşı.”

Hz. Pir’e haber veriyorlar. Hemen kalkıyor, gidiyor. Aşağıda koluna giriyor. Elli tane yama var. Yalın ayak Hasan baba. Alıp getiriyor. Oturduğu kendi yerine oturtuyor.  Arkadaşlara, talebelere, misafirlere; “Bu benim iyi bir arkadaşımdır. Köyden… Beraber okuduk. Ben ayrıldım, geldim. Allah, bu ilmini verdi. Bu da köyün çobanı. Üstüne, başına bakmayın. Kusura bakmayın.”

Akşama hemen banyoya. Güzel bir elbise, çamaşır… Şöyle baştan ayağa. Bir hafta da misafir ediyor.

Diyor ki: “Hazret. Benim çoluk çocuğum sana malumdur. Yalın ayak, başı açık. Köyün ineği, öküzü kaybolursa, sopayı yerler. Bana yaptığın için teşekkür ederim. Bana müsaade. Ben yarın gideyim.”

“Peki…” diyor. Elli, altmış altın… Ne kadar? Daha fazla… Ben öyle diyorum. Bir keseye koymuş çocuklar. Basma, kumaş, bir cins arap kısrağı… Götürüyor.

Hz. Pir diyor ki: “Şunu al. Çoluk çocuğuna israf et. Köyünde başka fakirlere ver, başkaları da yesin. Şu kısrak gene yeter. Senede bir gün gelirsen, bu kadar para yeter…”

“Bunu, bana mı hediye ediyorsun?”

“Evet. Sana bu para az. Az sana.” diyor. Şöyle bakıyor. Bütün talebeler, misafirler, hepsi onu yolcu ediyorlar. Tutuyorlar, kısrağa bindiriyorlar. Kısrağı çeviriyor.

Oturduğu saray üç katlı. O vakit bağlar, hep bir katlı. Bu üç katlı. İmam-ı Azam da üç katlı evde otururmuş. Bunun sualini soruyorlar da… Dışarıdan gelen misafirler, bu binayı görsünler. Hep bize gelsinler, kimse rahatsız olmasın. Misafiri de sevin. İyi mi?

Şimdi Allaha ısmarladık diyecek ya, atın sırtında arkadaşı… O zamanın lisanıyla; “Hazret! Şu şatafat, şu ilim, irfan, şu dünyanın malı, ziyneti, sana azdır.” diyor. “Bunlar, o çobanlıkta bana çoktur.” diyor.

Bu söz çok güzel. O çok bize… “O köyün çobanlığı, bana çoktur.” diyor. Bu çok güzel!.. “O köyün çobanlığı bana çoktur. Fakat bu servet sana az. Allaha ısmarladık.”

 

Ambar Yok

Allah cümlesinden, onlardan razı olsun. Allah şefaatlerine nail etsin. Bunu fakirlik, zenginlik üzerine, bu mevzuya getirdim.

İmam-ı Azam öyle… “Kalbime baktım ki, bir keder yok. Baktım bir sevinç de yok. Allah’a hamdü senâ ettim.” Kalbi, Allah’a teslim etmek lazım.

Hz. Pir! Kadiri tarikatı, on iki tarikat orada birleşiyor. Nakşi de orada, Rufai de orada. Ne varsa oradan birleşiyor. Hazretten!.. Çünkü Gavsiyet var. O da o haldeyken, dünyanın servetini çok toplamış. Fakat Allah’ının verdiği de, O da, Allah için. Hepsini geri veriyor. Gelene, gidene veriyor. Yani ambar yok. Yani ambar yok…

Bu iki mevzuyu söyledim ki, Allah için çalışalım. Zekatımızı verelim, sadakamızı verelim. Her şey yapalım, memleketimize yardım edelim. Hem kendimize, hem millete, bütün insanlara yardım edelim. Yani zengin olalım. Yani bir hırka, bir lokma az. Allah için olursa, altından giy. Her vakit söylüyorum.

İyi mi? Çok çalışın! Size vasiyetim. Allah için, Allah’ının Resulü yolunda, Kur’an-ı Azimüşşan yolunda, çok çalışın. Allah için, maddi ve manevi çok zengin olun. Zengin olursa, millet zengin olur. Zengin olursak, taa Afrika… O Afrika aç be, aç!.. Gece gündüz aç. Ama fakir olursak, bir şey olmaz.

Üç önemli üstünlüğü unutmayın. Konuştuğumuzun hepsi ayet, hadis. Zenginliği, fakirliği, maddi ve manevi, ibadetçe, dünya, paraca çok zengin olun. Çünkü zengin olursunuz, Afrika’ya kadar el uzatırsınız inşallah. Allah’ın emrettiği gibi. Evet…

Allah razı olsun. Allah hepinizden razı olsun.

 

O’nu da Kendime Binek Yaptım

Bunların hepsi ayet, hadis mahiyetindedir. Hepiniz biliyorsunuz. Elhamdülillah.

Birisi hayır, birisi şer. Şerri diyor, kapatalım. Hayrı işleyelim. Hayrı işleyelim… Konuştuğumuz Kur’an-ı Azimüşşan’dan, Allah’ın Resulünden. Allah’ın bize emrettiği de şerri kapatın, hayrı açın. Hayrı açın. Şerri kapatın.

Biz size akıl verdik yahu. Size… Aklı Selim sahibisiniz. Biz size insan tasfiyesini verdik. Âdem’i verdik. Âdemoğlusunuz, insansınız. O pis, yaramayan, sizi birbirinden fertçe, arkadaşça, hükümetçe ayıranın arkasına düşmeyin.

Allah’ın kelâmını dinleyin. Çünkü Allah sizi yarattı. Allah, sizi sevdi yarattı. Allah sizi, on sekiz bin âlemden seçti, yarattı. Muhammed ümmetine de büyük bir ikram verdi. Kur’an-ı Azimüşşan!..

Elhamdülillah, hayrı, şerri, hepsini biliyoruz. Kendimize yapmayalım. Allah için yaşayalım. Çünkü Allah, bizi çok sevmiş. Biz de Allah’ı sevelim.

Allah diyor ki: “Bütün âlemi…” Biliyorsunuz hepiniz… “Bütün âlemi, hayrı ve şerri size binek yaptım. Yemeler içmeler, çoluklar çocuklar, servetler, yatmak kalkmaklar, size binek yaptım.”

Biliyorsunuz… Çok dikkat edin. 

“Sizi de, böyle seçilmiş, yani, sizi de kendime binek yaptım.”

Yapmayın yahu!..

“Tüm kâinatı, ayı, güneşi, taşı toprağı, denizi, yeme içme, zevk sefa, çoluk çocuğu size binek yaptım. Beni bulmak için. Beni bulanı da, O’nu da kendime binek yaptım.”

Yaa!.. Seçilelim inşallah. Şerri terk edelim, hayra yönelelim. Kur’an-ı Azimüşşan, hadis-i şerifler, bütün Peygamberler, Âdem (AS)’dan Hz. Fahri Kainat Efendimize kadar, bize talip… İyi mi?

“Ben sizi sevdim, halk ettim. Ben, size verdiğimi, hiç kimseye vermedim.”

 

Kur’an Konuşuyor

Bakın!.. Ayı, güneşi, hayvanından, nebatatı, Kürre-i arzı, taşı toprağı, şöyle bir toplayın yahu… Bunların hepsi, bizim içindir. İnsan içindir. Hep insandır.

İnsan kimin için?.. Allah için! Şu kıymetimizi kaybetmeyelim. Efendi’nin dediği gibi, şu dedikodu, pis lafları kaldıralım. Evvel gönlümüzü temizleyelim. Başkalarına da mani olalım inşallah. Birbirimize, hükümetimize, milletimize, dinimize, bütün insanlığa, bütün hayvanlara yahu, duacı olalım.

“Euzubillahi mineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim. İnallaha ve melaiketehu yusallune aleyn nebi!..”

Bu Nebi’yi çok sevin yahu! Kur’an-ı Azimüşşan’ı çok sevin. Kur’an-ı Azim’i!.. Harfi harfine devam. İşte, şimdi konuştuğumuzun hepsi…

Kur’an konuşuyor!...

“Ya eyyuhellezine amenu!..” Öğrenin, öğretin.

“Amenu, sallu aleyhi ve sellimu teslima!..” Allah’a teslim olun.

Çünkü Allah’ın malısınız. Nefsiyle, dünyeviyle, uhreviyle, zenginiyle, fakiriyle, ilmiyle, irfanıyla sizi yaratan… Ve O’na bineksiniz. Elhamdülillah!..

“Ya eyyuhellezine amenu ve sallu aleyhi ve sellimu teslima!..” Teslim olun. Sadakallahülaziym.

“Süphane Rabbike Rabbil izzeti amma yesifun, vesselamun alel mürselin, velhamdülillahil Rabbil âlemin!..” Lillahil Fatiha!..

 

Bilenle Bilmeyen Bir Olmaz

O Hadis’ten almayan alsın. İyi mi? Var mı hadis orda? Almayan alsın. Göster… Almayan alsın. Orda başka ne dua var? Üç ayları tutan alsın, tutmayan da alsın. Evde belki hanımınız tutar. Ananız tutar. Babanız tutar.

Alın. Alın… Verin, sevin, sevindirin. Bilin, bildirin. Görün, gösterin. İlim ile, irfan ile, yani şunu kaldırıver… Almayan alsın.

Allah razı olsun hepinizden

“Bilenle bilmeyen, bir olmaz.” diyor. Her yerden; hadisten, her yerden bağırıyor. Bilenle, bilmeyen, bir olmaz!.. Bilenlerden olun inşallah! İnşallah…

Ben size bazı kısımdan… Ha!.. Onlar da haklıdır. Yüksek seviyeye çıkmışlar da kendi nefsine hitap ederler. “Efendim, bir kitap okuyacağına…” Kur’an yani… “Başta Kur’an okuyacağına, bir hadis, hikaye, kitap okuyacağına.. Bırakın!..” diyor. “Kendinizi okuyun…” diyor.

Çok yanlış!.. Dikkat edin. O, şahsa aittir. O şahıs da gene okumaya mecburdur… Kelime yanlış. Bunun büyükleri yanlış söylemiş. O sahaya gelmişler. Bakmışlar ki, oo!.. Ama bu, umumi değil.

Ben de diyorum ki… Yolda gidiyorsun, bir gazete… Hangi gazete olursa olsun. Düşmüş, basılmış, kir içinde kalmış. Siz hemen, onu oradan alın. Yolda da, giderken okuyun. Eğer hayır, eğer şer… Oradan anlayın. Siz de… Gazete. Bir parça. Duvarın kenarına atıverin. Yani, ayağın altından alın. Çünkü, kağıda çok hürmet var. İsraf etmeyin… Yani okuyun. Yani, okumaya teşvik bunlar. “Okumayın.” diyor. Ben okumaya teşvik ediyorum. Allah’ının Resulü; “Okuyun!” diyor. Hah!.. Okuyana mükafat var. Liseler de okur yazarı seçiyor. Alıyor, ötekileri bırakıyor. Okuyun yahu!..

 

Derviş Olalım Hakk’a Gidelim

Allah hepinizden razı olsun. Allah’a emanet olun.

Milletin, hükümetin işine iyi sarılın. İyi sarılın. Kendi işinize iyi sarılın.

Birbirinizi aldatmayın. Aldatan olursa, birbirinizi ikna edin. İyiyi elimize alalım. Hakkıyla gidelim. Hakk’a gidelim inşallah!..

Kalkın. Ya Allah! Oldu… Hakk’a oldu!..

Almayan alsın. Basacağız, gene basacağız. Yüz bini bulacağız, bir milyonu bulacaktır inşallah. Dağılalım. Muhammed ümmetini sevelim. Sevdirelim inşallah. Allah razı olsun.

İşinizden kaçmayın. Çok dikkat edin. Altmış beş milyonun içinde…

Nasılsın? Çoktan görünmüyorsun… Hadi, Allah’a emanet. Hadi derviş… Ben sana demedim mi? Derviş olamazsın. Derviş olalım inşallah!..

Derviş olalım, Hakk’ı bulalım yahu!..  

Derviş olalım, Hakk’a gidelim yahu!..

İlmiyle, irfanıyla; zahiriyle, batınıyla; Allah’ının Resulü’nü çok sevelim! İyi mi? Çok sevelim, sevindirelim. Bilelim, bildirelim. Görelim, gösterelim. Ya Allah!..

Amentü billahi ve melâiketehu ve kutübihi ve Resulihi!.. Selam!..

Ve yevmil ahiri, bil kadiri, hayrihi ve şerrihi ve minellahi!..

Hayrihi ve Şerrihi!.. Allah bize bildiriyor. Ama, “Bizdendir. Amma, şerri yapmayın!” diyor. Şer yok. Hayrın karşısına mükâfat çıkarıyor. Mükâfat!.. Şerrin karşısına, ceza çıkarıyor. Hah!.. “Bizi mesul tutmayın.” diyor. “Hayır kapılarını açın, girin.” Efendim, şer de Allah’tandır. “Aldanmayın.” diyor. “Bizi de mesul tutmayın.” diyor. “Bir ceza koyduk karşısına ki yapmasınlar.” Ya!.. Çok dikkat edelim. Ya Allah!..

Yanlış ayakkabıları giymeyin!..

Bismillahirrahmanirrahim… Arkadaş arkadaşa yanaşın. Ana babaya, yanaşın. Oradan, kötü yoldan, birisini alın. Doğru yola koyun inşallah!..

Allah’ının rahmeti, rızası, bereketi, hepinizin üzerine olsun. Sen Aziz ve Hakim, Kerim’sin Allah’ım! Hadi! Allah’a emanet olun.

Ve Sebeb-i Külli!..

 

 22 Kasım 1996 Cuma