35.SOHBET: İLMİ LEDUN

35.SOHBET: İLMİ LEDUN

Selâmun Aleyküm ve Aleyküm Selâm.

Oturun, Oturun.

Hoş geldin. Sen kimsin?

“Urfa’dan…”

Aleyküm Selâm. Hz. İbrahim kavminin memleketi. Salât-ı Selâm olsun.

 

İki Cismi, Ateş Yakmıyor

Dünya, Kürre-i arzdan. Aşağıda. Kürre-i arzdan… Arzdan, topraktan. Ateş... Ateş yakıcıdır. Her şeyi ateş yakıyor. Ama iki cisim var, ateş yakmıyor. Ve yakmadı. Acaba nedir? Bana söyleyin...

Ateş her şeyi yakıyor. Taşı, toprağı; her şeyi yakıyor. Fakat iki cismi yakmadı. Acaba nedir? Ben oraya geleyim.

 

Allah’ı Seven Biraz Sıkışsın

Bir hoca vardı İstanbul’da. Küçücük bir cami varmış, İstanbul’da… Gel, gelin, oturun. Yer var, sıkışın. Sıkışın. Cami ufak, cemaat çok… Allah diyen, sokaktan; “La ilahe illallah!” diyen, Allah diyen, işiten varsa, camiye…

Hata varsa, o adamı Allah affetsin. “La ilahe illallah, Muhammeden Resulullah”, diyen varsa, demişse, onun günahını almayın. Allah günahını affetsin diye, ismini söyleyin. Amin. Reddetmeyin yani. Çünkü, “La ilahe illallah, Muhammeden Resulullah” diyor. Şemseddin Yeşil… Ruhu şad olsun. Amin.

Cuma günü yüzü hürmetine. Çünkü iyi bir mücahit. Ben, şahıs olarak karşı karşıya gelemedim. Konuşamadım, fakat çok sevdim. Halâ seviyorum. Siz de rahmet okuyun inşallah. Amin. O nazik zamanda, o camide, namaz kılarmış. O camiyi de görmedim. Ufak bir camiymiş. Biraz şehrin dışında. Birikiyorlarmış, cemaatin yarısı dışarıda kalıyor. “Allah’ı seven biraz sıkışsın.” diye. Dışarıdakiler de geliyor. Cami boş kalıyor… Gene birikiyor. Kürsüden vaaz ediyor. Görüyor kapıda. Yine dönüyor; “Oturun. Geçin, geçin. Dışarıda kalmayın.” diyor. Yine cami doluyor… “Allah ve Allah’ın Resulü’nü seven, Hz. Muhammed (s.a.v.), O’nu, aile efradını, evladını, ehli beytini seven, biraz sıkışsın.” Yine caminin yarısı boş kalıyormuş… Birbirinin üzerine namaz kılıyorlarmış. Ama, cami yine boş kalıyormuş. Böyle bir adammış. Mübarek gün, ismi okundu. Hataları varsa affetsin. Allah ondan razı olsun. Hataları varsa affetsin. Amin…

Bizim de, Allah hatalarımız varsa affetsin. Habib-i Kibriya’nın yüzü hürmetine. Hepimiz günahkarız ha! Çünkü, beşeri sıfatı taşıyoruz.

 

Dört Mücahit

Şimdi o vakit; dört tane mücahit var. Birisi Yugoslavya’dan gelmiş. Süleyman Efendi. Çamlıca’da oturuyor. Şarktan, garptan, Erzurum’dan, bilmem nereden kaçan çocukları, sokaklardan yakalıyor. Aç, susuz, perişan ölecekler. Hemen üstünü giydiriyor.

Diyor ki: “Şu Ahmet Efendi, şu on tane çocuğun, iç çamaşırını yapacak. Sen. Sen Efendi! Ayakkabı alacaksın. Sen, ceket, pantolon alacaksın. Sen, kitaplarını alacaksın.” Çamlıca’da bodrum altı, evlerin bodrum altında onları okutuyor. İki buçuk sene okuyan gençlere rast geldim. İstanbul’da bir de, Maltepe’de, bütün cemaatin ağladığını gördüm. Yani on beş yaşında çocuk, iki buçuk sene okumuş, kürsüye çıkmış. Cemaatin ağladığını gördüm, şahidim. Bunu yetiştiren, Süleyman Efendi. Binlerce çocuğu İstanbul’da topladı. Üstü başı, yeme içme, Kur’ân dersi, yatacak yer. Süleyman Efendi birincisi…

Her birini on defa mahkemeye verdiler.

Birisi de Yeşil Şemseddin. İkincisi, Yeşil Şemseddin. Hem vaazı nasihat ediyor. Hem gazete çıkarıyor. Hem kitap çıkarıyor. İstanbul’da. O sıkkın zamanında.

Bir de Bediüz Zaman. Onlara da Nurcu diyorlar. Sizin içinizde çok var. Nurcu diyorlar. Bediüz Zaman. Üçüncü de o.

Dördüncü de… Bunu, kimse size izah edemez. Bugün sıra onlara geldi. Dördüncü de Ankara’dan. Ben Ankara’dan görüyorum, Kemâl Pilavoğlu.

Dört tane mücahit var. Dört tane ama, bu dört tane kelleyi vermişler koltuğuna... Yani kelleye razı olmuşlar. Kur’ân-ı Azimüşşan’ın üzerine verip, veriştirmişler. Hiç korkmadan! Dördünü de ceza evlerine koydular. Beraat ediyorlar. Gene koyuyorlar...

 

Hoş Görün

Siz halinize şükredin. Şimdiki hâle. Şimdiki hükümete, şimdiki partilere, şimdiki millete Hamdü senâ. Şükürler olsun. İyi mi? Böyle günleri geçirdik yani. Düşman yok, Yunan yok, Rus yok, Fransız yok, bir şey yok... İç düşmanlığı şimdi. İç düşmanlığı yine oluyor. Hoş görün. Mümkün mertebe, katılmayın. Ortadan kaldırmaya çalışın. Barış çünkü, hepimize…  

Sabah birisi geldi. Genç, üniversitede okuyormuş. İki, üç kişi de gelmiş.

“Ahmet amca.” dedi. “Benim bir kusurum var. Ben Allah’a inanmıyorum.”

“Çok iyi yavrum. Ben de seninle beraberim.”

Biraz durdu, murdu.

“Onlardan birisini oku yavrum. Yavrum, Allah var mı?”

“Var diyorlar, ama ben inanmıyorum.”

“Çok iyi yapıyorsun. En iyisi sensin. Bak birinciliği kazandın.”

Adam okudukça mahcup oldu. Biz hiç söylemeden, arkadaşlarıyla kalktı, ağladı çıktı. Sen niye inanmıyorsun deyip kalkıp adamı döveyim mi? Yahu, hoş gördüm. Çünkü, Allah’ın kuludur. Başka bir Allah yok ki inanmasın. Allah’ının kulu. Hoş görün.

 

Ateş Yakmamış

Evet… Ateş! Kürre-i arz’ın!.. İki madeni yakmamış, bulabilir misiniz? Söyleyin, acaba ne yakmamış? Ateş, her şeyi yaktı. Neyi yakmamış söyleyin? Çekinmeyin. Yalan yanlış…

“Suyu yakmamış.”

Evet. Daha?..

“Toprak.”

Daha?..

“İbrahim Peygamberi yakmamış.”

Aferin. Daha?..

“Allah bilir.”

Arkadaşa sordum… Bak ne kadar kıymetlisiniz. Hepiniz de hikayeyi biliyorsunuz. Elhamdülillah.

Bir, “Eşhedü en la ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden, Abduhu ve Resuluhu.” desek, koca dağları tartsak, bu Salâvat daha büyüktür. İnşallah.

İbrahim Aleyhisselâm, hepinizin malumudur. Öyle bir ateş yaktılar ki ta dışarıdakiler ateşten kaçtılar. Ateşin kuvvetinden… Mancınıkla attılar. O mancınık daha duruyor. Urfa’da… Ateşin ortasına attılar. Ateş yakmadı.

Birisi de su. Toprağı yakıyor. Birisi de su... Kainatı yakıyor ateş, su da onu söndürüyor. O hepsinin canını alıyor. Su da ateşin canını alıyor.

 

Azîm Ahlâklar

Gayret edelim inşallah. Suyun, toprağın, güneşin, gecenin ahlâkıyla ahlâklanalım inşallah. Amin.

Bunlar Azîm ahlâklar. Güneş, su, toprak, gece. Allah daha insanları yaratmadan, bu dördünü yaratmış. İnsan için meydana koymuştur. İnsan için!.. Hayvan için, canlı ne varsa meydana koymuştur. Yani insana hazırlamış ve o günden bugüne kadar insana hizmet ediyorlar. Dördü de yorulmuyorlar.

“İnsanlar, hayvanlar, bizim üzerimize bu felaketi yapıyorlar. Bizi üzüyorlar.” demiyorlar. Dört muazzam kutup, boynunu eğmişler. Hakk’ına razı olmuşlar…

Kürre-i arz’ı, başta gelen insan, insanlara hizmet ediyorlar. Birbirisinin işini görüyorsak, ikinci gün de gelirse; “işte dün yaptık işini, daha bugün geliyor” demeyelim. Ama bu dört muazzam kutup, hiçbir gün istirahat etmemişler. Topraktan yiyoruz, içiyoruz, giyiyoruz. Üzerine de çişini yapıyor yahu! “Sen ne yapıyorsun?” demiyor. Bunu kitaplara koydum. Ufak suhuflara hep koydum.

Güneş malumdur… Su! Tuvalette abdeste kullanıyoruz. Abdest yerine… Banyoya da gidiyoruz. Ağzımıza koyuyoruz. İçiyoruz… “Sen ne yapıyorsun? Orada beni içiyorsun, burada da beni böyle kullanıyorsun.” demiyor. Bunlar hep, insanın emrine verilmiştir.

 

Makam-ı Mustafa’dır Bu

Urfalı değil mi? Urfa’nın kasidelerinden bir tane yapabilir misin? O ses ile yahu! Ufak bir kaside. Neydi o? Urfalı birisi vardı. Neydi adı? Padişahla beraber gitti, Hicaz’a. Medine’ye giderken… Nabi!.. Beyt’ini söyle, çok hoşuma gidiyor. Padişah uyuyor. Kendi bir terkisinde, o da diğer terkisinde. Sabah namazında Medine’ye giriyorlar. Padişah da uyuyor. Hz. Fahri Kainat Efendimize (s.a.v.) karşı, bu beyt içine o gün doğuyor. İçine… Bağır!..

 

“Sakın terk–i edebden kuy–ı mahbubu Hüdadır bu!”

“Nazargâh–ı İlahidir makam–ı Mustafa’dır bu.”

 

Amenna ve Saddakna. Evet… Diye gidiyor.

Urfa! Allah onların, o Habib-i Kibriya’yı seven ve sevilen, hepsini!.. İlmiyle, irfanı ile, rahmet ile, rızasına nail etsin. Amin.

Allah’ın Resulü’nün üzerine olan kasideler. Allah hepinizden, Süleyman Çelebi’den razı olsun. Toplamış, birer ikişer, çok güzel toplamış.

 

Salât

Çokları bilmez. Ben yazdım kitaplara. Kırk Hadis var ya? Kırk Hadis’e, Kenz-ül Arş’a da koydum… Allah sizden razı olsun. Duasının sonuna koydum. Duasının sonuna koydum. Kaside... Ne diyor?..

“Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ ali seyyidina Muhammed.”

Hepsini sıra ile yapmıyorum ama. Size öğreteyim.

“Seyyidina Muhammedun bahri envarike”; ne manaya geliyor? Bahri envarike, deniz manasına geliyor. Deniz manası… Nur denizi!.. Bahri envarike.

“Ve madeni esrarike”; Kürre-i arz, toprakta ne varsa. Sudan, madenden, yemeden, içmeden, külliyata atâ’m!..

“Madeni esrarike ve lisânı huccetike”; bütün lisanları bilen. İnsanları!..

“Hüccetike ve arusi memleketike”; aruz, diyor. Bir köyden bir köye, bir mahalleden bir mahalleye. Şimdi hepiniz biliyorsunuz. Düğün salonuna, nikaha giderken… Nikah salonuna… Beyaz ipekli, güzel bir beyaz giydirirler. Onun, ufacık bir kıl üzerine dökülse, belli olur. Ve damat tarafının, gelin tarafının, herkesin gözü gelinde… Ama biz şey örtüyoruz. Ama buna, “Aruz” diyorlar. Arusi memleketi… Bütün kainâtın aruzusun Ya Resulullah! O kadar güzelsin.

“Aruzu memleketi ve hazine-i Rahmetike”; yerin göğün, bütün canlının ve cansızın müracaatısın. Hazinesisin. Tükenmeyen. İlmen, irfanen, aklen, fikren, Sen bir hazinesin Ya Resulullah! Hazine-i Rahmeti. Şimdi yine burada da ilme geçiyor.

“Tariki şeriatikel mütelezzizi bi tevhidik”; topluyor. Kelime-i Şahadet, Kelime-i Tevhid. Kur’ân, Şeriat Ahkâmı. Hepsini buradan topluyor. Tariki şeriatikel mütelezzizi bi tevhidik.

“İnsani aynil vücudi, fi sebebi fil külli mevcut.”; Senin yüzü hürmetine. Seni halk etmeseydi, bu insanları halk etmezdi. Bu kainâtları halk etmezdi. Aynil Ayâni, geçiyor. Biliyor musun? Hepinizde var. O, ilave ettik. Kenzül Arş duasının sonunda var.

Allah, Allah’ının Resulü umumiyete çalışan, Allah’ını seven… Bir de Allah’ının sevdikleri var. Allah hepsini seviyor. Ama içinde sevdikleri var. Hepinizden razı olsun. Amin. Mübarek günlerin… Memleketimize, milletimize, İslâm âlemine ve İnsan âlemine Allah Rahmeti Muhammedîyle, İlmi Muhammedîyle, ahkâmı Kur’ân’ıyla, merhamet Şefkat versin. Onlara birbilerini öldürmesinler. Birbirlerinin Hakk’ında uğraşmasınlar. Hayvana bile kötü muamele yapmasınlar inşallah.

Burada bir şey vardı, dua. İnşallah…

 

“Bismillahirrahmanirrahim

 

Allah’ım!

Lütfet ki gittiğimiz her yere barış götürelim;

Bölücü değil, bağdaştırıcı, birleştirici olabilelim.

Nefret olan yere sevgi,

Yaralanma olan yere affedicilik,

Kuşku olan yere inanç,

Ümitsizlik olan yere ümit,

Karanlık olan yere aydınlık

Ve üzüntü olan yere sevinç saçıcı olmayı bize lütfet.

 

Allah’ım!

Kusurları gören değil, kusurları örtenlerden;

Teselli arayanlardan değil, teselli edenlerden;

Anlayış bekleyenlerden değil, anlayış gösterenlerden;

Yalnız sevilmeyi isteyenlerden değil,

Sevenlerden olmamıza yardım et.

Yağmur gibi hiçbir şey ayırdetmeyip

Aktığı her yere canlılık bahşedenlerden,

Güneş gibi hiç bir şey ayırdetmeyip

Işığıyla tüm varlıkları aydınlatanlardan,

Toprak gibi herşey üstüne bastığı halde

Hiçbir şeyini esirgemeyip

Nimetlerini herkese verenlerden,

Ve gece gibi bütün ayıpları sarıp örten,

Âlemin dinlenmesine imkân hazırlayanlardan olmayı

Bize lütfet.

Alan değil veren ellerin,

Affedici olduğu için affedilenlerin,

Hak ile doğan,

Hak ile yaşayan ve Hak ile ölenlerin

Ve sonsuz yaşamda yeniden doğanların

Safına katılmayı bizlere nasip eyle.

Amin!

 

Dört Kutup

Bu demin geçen Dört Kutup’u da… Güneş olmasa, hiçbir şey olmaz. Toprak olmasa, hiçbir şey olmaz. Şimdi su mu topraktan çıkıyor, toprak mı sudan çıkıyor? Malumdur. O ondan, o ondan... Gece de çok söyledik. Gece de olmasa, bütün canlı aklını şaşırır. Deli olur yani. Hep gündüz, hep gündüz, hep gündüz… Deli olur. Muazzam dört Kutup!

Allah, Âdem’i Havva’yı halk etmeden evvel... Âdem malumdur. Âdem’den evvel, çok canlı hayvanlar varmış. Çok varmış. Âdem, en sonundan geliyor. Bu sofralarda güneşi, toprağı, suyu, gecesi; envai türlü ilmi, dört kitabı Tevrat’ı, Zebur’u, İncil’i, Kur’ân, suhufu… Bunlar hep insan için. Hep insan için!

Allah’ının Resulü o kasideye geçti.

 

“Bismillahirrahmanirrahim,

“Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ ve Mevlâna Muhammedin bahri envârike ve ma’deni esrârike ve lisâni huccetike ve arûsi memleketike ve imâmi hadratike ve tırâzi mülkike ve hazâini rahmetike ve tariyki şeriy’atikel mütelezzizi bi tevhıydike insâni aynil vücûdi ves sebebi fî külli mevcûdin, ayni a’yâni halkikel mütekaddimi min nûri dıyâike salâten tühillü bihâ ukdetî ve tüferricü bihâ kürbetî ve tünkızünî bihâ min vahleti ve tükıylü bihâ asratî ve takdî bihâ hâcetî, salâten türdıyke ve türdıyhî ve terdâ bihâ annâ yâ Rabbel âlemîne adede mâ ehâta bihî ılmüke ve ahsâhü kitâbüke ve cerâ bihî kalemüke ve sebekat bihî meşîetükeve hassasathü iradetüke ve şehîdet bihî melâiketüke ve adedel emtâri vel ahcâri ver rimâli ve evrâkıl eşcâri ve emvâcil bihâri ve miyâhil uyûni vel âbâri vel enhâri ve melâiketil bihâri ve cemiy’ı mâ haleka Mevlânâ min evveliz zemâni ilâ âhirihî ve mâ medâ fiyhi minel leyli ven nehâri vel hamdü lillâhi vahdehül aziyzil ğaffâr.”

 

Bunu bilen var mı? Bilin inşallah. Kenzül Arş duasının sonunda yazılı. Çok güzeldir. Ve buna benzer binlerce yazılı.

 

Niyazî Mısrî Divanı’ndan…

Niyazi Mısrî! Bu çok… Nuri Arabî’den. Allah’ın ilmiyle, Allah’ın ilmiyle ne diyor? İsmi, adamın ismi?

“Niyazi Mısri; Divânı Şerhi. Seyyid Muhammed Nur.

Hazırlayan: Mahmut Sadettin Bilginer.”

Niyazi Mısrî Divan’ı isteyen yazsın. Alsınlar. Ankara’da satılıyor. Çok şey var. Tasavvuf… Hadi, onu oku bakalım.

“Bismillahirrahmanirrahim.” 

Olmaz. Öyle olmaz. Bağıracak, tavanı delecek. Hadi bakalım Aşık.

 “Ey bu cümle kainâtın aslını bir can eden.”

Daha daha... Tasavvufun özü bu.

O hepsi Allah’ın Resulü Hz. Muhammed’e hitap ediyor. Baştan, bir daha bağır. Ezberinde olan varsa, ezberinde olan söylesin. Muhammed Mustafa bu ha! O’na hitap ediyor. Kim vardır aşık, okuyacak. Ver. Baştan başla. O tasavvufun özü.

“Ey bu cümle kâinatın aslını bir can eden

Âdem’i kudretle ol cana sevip cânân eden

 

Alleme’l esmâ ile hem tâc-ı kerremnâ ile    (Tâc-ı Keremnâ: Manâ itibariyle kabul edilmiş taç)

Arş-ı âlâda melekler cem’ine sultan eden

 

Vech-i âdemle cihan fânusunu tenvir edip  (Tenvir: Aydınlatma)

Künh-ü zâtına o vechi hüccet ü bürhân eden  (Künh-ü zat: Allah’ın görünmeyen zatı)

 

Evvelin Âdem sonun Hâtem kılup bu âlemin

Hâtem’i Mahmud Âdem’i zübde-i insan eden (Hâtem: Sonuncu, Zübde: Hülasa, öz)

 

Nokta-i pergâr-ı âlem Ahmed’in zâtın kılup (Pergâr: Pergel)

Sırrını kutb-ı hakikat mazhar-ı Rahman eden

 

Enbiya vü evliya hep mazhar-ı envâr-ı Hak

Mustafa’da her şuunun cem edüp bir şan eden (Şuun: Şenler, görünüşler, olaylar)

 

İsmi resmi mahv iken bu âcizu biçarenin

Nâmını Mısrî verüp dillerde âd u san eden.

 

Amenna ve Saddakna. Külliyâttân. Yani külliyâttan. Ruhu şad olsun. Hepinize Allah Şefaât-i Muhammedî nail etsin inşallah.

Onu kasete almışlar. Bunu çokları kasete almışlar. Ne yaptılar, kaybettiler. Olsaydı, bassaydık, hepinize verseydik. Sesinde!.. Çok güzel gelirdi.

Onun arkasında ne var? Ondan sonra ne geliyor? Oku..

 

Zahidâ suret gözetme içeru gel câna bak

Vechi üzre gör ne yazmış defter-i Rahman’a bak

 

Mushaf-ı hüsnünde yazmış Kulhüvallah âyeti  (Mushaf: Sahife haline getirilmiş şey, kitap,Kur’ân)

Ger inanmazsan gir ü var mekteb-i irfana bak

 

Çeşmini gösterdiğinde aşıkın cânın alur

Leblerin açtıkça cân nefheyleyen cânâna bak

 

Zülfünün her bir telinde bağlı bir Mecnun’u gör

Hattının ilindeki yüz bin meh-i tâbâna bak  (Meh-i tâbân: Parlak ay)

 

Ateş-i ruhsâr ile yanmış kararmış çehresi

Harf libasından soyunan nokta-i üryâna bak

 

Hep mülazım kulluğunda bu cihânın şehleri (Şeh:Şah)

Kapusunda padişahlar kul olan Sultâna bak

 

Âlem anın hüsnünün şerhinde olmuş bir kitab

Metnin istersen Niyazî sûret-i insâna bak

 

Amenna ve Saddakna.

Allah razı olsun. Allah cümlemizi şefaatine nail etsin. Cemâliyle müşerref kılsın. Huzurunda daimi etsin inşallah. Amin. Hem bu âlemde, hem o âlemde. O, kainâtın, insin, cinsi, hepinizin malumudur… İnsi, cinsi, hayvanatın, taşın, toprağın, madenin, ne varsa! Güneşin, kutupların, fezâ âlemlerinin, on sekiz bin âlemin Sultan’ısın!

Malumunuzdur. Hem ayet ile hem Hadisi Kudsi-i Şerif ile; “Biz evvel, Nur-u Muhammedî’yi halk ettik. Ondan sonra, yeri, göğü tanzimata başladık.” Ve sonu gene oraya bırakıyor. Özünü alıyor. Buradaki, “Biz.” O’nun özünden halk ettik. Sonunu, gene önüne bırakıyor. Son. Hem evveli, hem ahiri. Sonu burada.

Var mı daha bir şey? Sizin diyeceğiniz bir şey var mı? Bir şey varsa söyleyin. Çekinmeyin.

 

Tefekkür

İnşallahu Rahman, faydalı olmaya çalışın. Bir şeyler yapın. Maddî, manevî. Çok zaman söyledim. Gece yatsı namazından sonra, ya yatın iki, üç saat yatın... Saat üçten, dörtten, beşe kadar. Beşte kalkın. Biraz da bir tefekkür yapın. Kimim? Nerden geldim? Nereye gideceğim? Gelişimin sebebi nedir? Bunları kendine bir meşguliyet yap.

Böyle sohbeti Allah eksik etmesin. Vaazı, nasihati camilerde, Allah devam ettirsin inşallah. Fakat insan, bir de tefekküre dalarsa. Kendi kendine bir şey alırsa, çok iyi olur. Hem alıyor, hem veriyor. Kendi kendiyle. Şimdi burada, konuşmadan alıyorsunuz. Fakat kendi kendiyle tefekkür. Saat ikide, üçte, kalkıp iki rekat namaz kılıp, kazaya kalmış namazları varsa, bir günlük namaz kılıp, iki rekat da Allah rızası için, teheccüd namazı kılıp; gece namazı deyin kılın. Ondan sonra oturup sabah namazını beklemek…

Tefekkür… Bütün aşıklar, bütün Veliler, bütün Nebiler, o saatten almışlar ilmi. İlm-i Zahir’den maada, İlm-i Batın’ı, İlm-i Tevhid’i, İlm-i Ledün’u. Sabaha bir saat, iki saat kala kalkıyor, bir abdest alıyor. Bir günlük namazını kılıyor. Kaza varsa, nafileyi kılıyor. Ondan sonra dalıyor. Oradan alıyor feyzi. Oradan alıyor. O sabah namazına, bir saat kala…

Allah cümlemize nasip etsin. Amin. Allah cümlemize, insan âlemi, İslam Âlemi’ne, o aşkı, muhabbeti versin. Bu dünyanın hali, ahvalinden, yedik, içtik. Yapıyoruz Elhamdülillah. Giyiyoruz, her şey… Zevkü sefa içindeyiz. Allah! O ilahî, İlahî Tevhid’in, İlahî İlm-i Ledun’undan nasip etsin. Mahrum bırakmasın! Amin. Onu alalım da öyle gidelim. Amin. Ya, gidelim inşallah.

Şimdi, burada biri dışarıdan gelse, tanıyorsunuz. Yüzüne bakarsın. Merhaba edersin. Yer verirsin. Birisi de gelirse, tanımıyorsunuz. Yine yer verirsiniz, ama tanımıyorsunuz. Ya zamanın Başbakanı, ya Reisi Cumhuru. Süleyman Bey şimdi gelse. Elde değil, hepimiz kalkarız. Ona bir yer veririz.

Buradan, O Tevhid-i İlahî’ye, O İlm-i Ledun’a aşina olalım. Biraz müşerref olalım inşallah. Onları tanıyalım. Bilelim, hangi sınıftayız. Hangi kutuptayız. Yani, sırf bu âlem değil. Bizden başka… Şimdi hayatımızda üç, dört tane ilim var. Biz şimdi, zahirî bir vaziyetteyiz. Bir batınî vaziyeti var ki o ruhu terbiye ederek, bir cemaat daha hasıl oluyor. Ondan biraz ileri geçersek, o cemaat!.. Bunu bırakıyoruz. Bir cemaat hasıl olur. Onu da bırakıyoruz, bir cemaat daha hasıl oluyor.

 

Divan-ı Salihin

O son cemaat; son cemaat değil de üçüncü, dördüncü cemaat; ona Divan-ı Salihin denir. Allah cümlemize nasip etsin. Amin. Divan-ı Salihin. Senede bir defa toplantı olur. O makama, üçüncü dereceye yetişen, nasıl şimdi tayyare… Ötekinin ismi nedir? Helikopter!.. Helikopter gibi, o meydan nerde kuruluyorsa… Mekke’de mi, Medine’de mi, Erzurum’da mı, Edirne’de mi? Senede bir defa kuruluyor. Allah’ın Resulü’nün ruhaniyetinin mahiyetinde kuruluyor. O Divan-ı Salihin, dünya âlemine bir karar veriyorlar. O sene öyle yaşar. Karar veriyor. Eğer Allah’ın Resulü’nün ruhaniyeti hatip olmasa, zamanın Gavs’ı, Kutbu o vazifeyi görür.

Şimdi bakınız, çok geçer. Bu vardır, okundu. Orda da duruyor. O karar veriyor. Sabah namazında, oraya kuruyorlar. Büyük bir meydan. Neresiyse, bir arsa, saha. Muhiddin-î Arabî, Şeyhül Ekber, o Divan-ı Salihin’de bulunuyor. O ifade ediyor.

O adam da çok dayak yedi. Ruhu şad olsun. Yaşamdaki dayakları yedi. O da canını verdi. Gitti maşuk gibi, biraz işleri karıştırdı.

Ondan diyor ki: “Divan-ı Salihin’e indim. Daha güneş yoktu. Sabah namazı, güneş yoktu. Böyle saflar, namazda olduğu gibi. Bir sahada gittim.” diyor. “Arka saftan birisi, uzun boylu, sivri sakallı… Onun yanında durdum. Görüyoruz, gelen meydana iniyor. Çıkıp geliyor. Bazıları yayan geliyor. Bazı uçarak geliyor. Güneş doğdu.” diyor. Baktım ki sabah güneşi. Gölge uzun oluyor. Gölge çok uzun. Bazı kimseler, gölgeyle geliyor. Bazı kimseler gölgesiz. O şekli, şemâli var, ama gölgesi yok. Acaba bunlar kimdir? diye düşünüyordum.” diyor.

“Yanımdaki dedi ki: ‘Oğlum Muhiddin.’ İsmimi de biliyor.” diyor.

“Yaşlı, altmış yaşında, sivri sakallı… ‘Oğlum Muhiddin, o gölgeleri olmayanlar…’”

Bazlarına Hicaz’a giderken söylüyorum. Gölgesiz birisini bulursan, yapış. İnşallah. Gölgesiz, gölge yok ama. Bunlara yapışın, bırakmayın. Bazılarına söylüyorum. Allah nasip etsin inşallah. Bunu da geri bırakmasın. Beş vakit namaz, savm, salât, hac, zekat. Bununla kalıyoruz. Ama acıyorum. Allah bilir, hepinize acıyorum. Bununla kalmayın. Nerde biliyor musun? İlkokulda… İlkokulun da yarısı bunlar. İlkokulu bitirelim. Ortaya geçelim. Liseyi bitirelim. Üniversiteyi kazanalım. Üniversite üstüne, Ahadiyet Mertebesi’ne karşı gel. Amin.

Bunu Allah bize vermişken, bu lütufu… Bugünü bizden, Habib-i Ekrem yüzü hürmetine bunu verirken… Hep uykuyla, yemeyle içmeyle, geçip gidiyor. Yazıklar olsun. İnşallah, biraz kendinizi toplayın. Evet…

“Dedim ki: ‘Sen kimsin?’” İşte dayı, abi, amca. O gölgeyi tarif ediyor.

“Ben sizden, çook evvelki Âdem’im. Evvel. Bu Âdem halk olmadan evvel.”

Sizin gibi Âdem! Ya, ya! Hikmet-i İlahi.

“Nasıl olur? Âdem’den evvel, Âdem oldu mu? Âdem’den evvel, Âdem var mı?”

“Oğlum var, var. Kaçıncı Âdem? Sorarsın şimdi.”

 

Burda da Diri, Orda da Diri… Burda Ölü, Orda da Ölü

Bu sırları, hiçbir Peygamber ifşa etmemiş. Bu sırları, Allah’ın Resulü Kur’ân’da beyan etmiş. Biz öldükten sonra, tekrar dirileceğiz, ayet var. İşte bu dirilmek. Tekrar dirilecek. Fakat bunu ölüme bağlamış, öleceğiz. Burada da var. Her kitapta. Açın sayfayı, var. Bu barışta var. Barışın sonunda. Biz orayı gözlüyoruz.

Hep ölmüşken, bu bedenin içinden, şimdi ölmüşken dinlesek; dinlesek olmaz mı? Kim mani?.. Kim mani? Nefsimiz! Başka hiçbir şey yok. Allah ve Allah’ın Resulü önümüzü açmış. Çalışın! O saatlerde ruha!.. Ruha kadar devam ediyor.

Vermiş… Dirildikten, öldükten sonra, tekrar dirileceğiz. Kabul!.. Ayet, hadis var. Fakat, şimdi bir işaret veriyor. Bu vücudun içinde, bu kadar insanlar dirilmiş. O sahayı geçmiş. Bize ne olmuş? Mani nedir? Nefsimizdir. Başka hiçbir şey değil. Çocuk! Çalışalım inşallah. Bir saat kendimiz için, başka hiçbir şey değil. Kendimizi kurtaralım.

 Divanı Salihin’e giren varsa. Hiç olmazsa, Divanı Salihin. İnsanlarla konuşmuş oluruz Yani bir, iki, üç, dört. İlkokul, orta, lise, üniversite. Üniversite üstü. O Divanı Salihin dahil. Yani İlm-i Ledun’a aşina… Hızır’la İlyas’ın mahiyetine almış. Gavsiyet, Kutbiyet işte! Peygamber Efendimiz, “Gel namaza!”, O hitap ediyor. Oraya kadar bize müsâde var. Ondan sonra, Allah ve Allah’ının Resulü’yle… Kelime-i Şahadet, Kelime-i Tevhid ile yine, herkes gibi ruhumuzu teslim edelim. O alandan diri kalalım yani. Burda da diri, orda da diri… Burda ölü, orda da ölü... Bu ikisinin farkını, size bırakıyorum.

Allah rızası için, Habib-i Kibriya’nın yüzü hürmetine, bugünkü yüzü hürmetine, o dereceyi görenin yüzü hürmetine! Amin. Allah size ve İslam Âlemine, güç kuvvet versin. Allah rızası için, Lillahil Fatiha.

Allah hepsinden razı olsun Amin.

 

Ta ki Bedene Mal Olmadıkça, Mürşit ile

Şimdi böyle; tepe üstü düşe, birinci basamaktan sonra... Birinci basamaktan bugünkü sohbet. Hep bundan, ama sonunu elde ettirin. Şimdi sonunu elde etmek için, ne lazımdır? Bir! Biraz şu dünyanın şatafatından, hali ahvalinden; biraz kurtarın. Hiç olmazsa, gece bir saat, iki saat Allah’a secde ederek. Allah’ın Resulü’nden istediğimizi isteyelim inşallah. Bir, iki, üç, dört, beş!.. Biz şimdi ilk basamaktayız. Hepimiz!... Mesela, birisi bir mürşide tabi oluyor. Yine öyle. Ta ki bedene mal olmadıkça, mürşit ile… Allah, onların hepsinden razı olur. Bize yol gösteriyorlar. Allah rızası, Resülullah sevgisi  için yol gösteriyorlar.

 

Dosta Mektup

Şöyle bir misal. Bir mektup yazsanız, bir dosta. Ya Çankaya’ya, ya Bahçelievlere, bir dosta yazıyor. “Ahmet! Bu mektubu götür, o dosta ver. Dostu da gör; arkadaşı. Cevabı da al, gel. Yazdım sana verdim.” Kim olursa olsun. “Şimdi gitmesi sana düşüyor. Mektubu göndermek bana düşüyor. Ama o kadar yorulmak, gitmek; o malları, o sokakta dolaşması sana düşüyor. Ama oluyor. Mektubu veriyorsun ha!.. Bize şimdi söylenme…”

Bunu misal söyledim. Biz de işittiğimiz gibi, kitaptan, büyüklerimizden işittiğimizi, büyük bir Nimet-i İlahi; beş maddeyi sizin önünüze koyuyoruz. Ama gitmesi size düşüyor. İyi mi? Lillahil Fatiha!.. Çok güzel, bu güzel oldu. Salli alâ Muhammed!

Bu gitmesi, gelmesi size. Akşama kadar devam ettirir. İşler var. İyi mi? Bu, gitmesi gelmesi vesaire… Aşağı yukarı, akıl erer, ermez. Acep böyle var mı, yok mu? Kimden zuhur ederse itiraz, söyleyin! Hiç çekinmeyin, söyleyin. Serbestsiniz!.. Maddî, manevî; bir itirazınız varsa, söyleyin. Dünyanın hali ahvalinden, yine söyleyin. Hükümetimizin hali ahvalinden, yine söyleyin. Çünkü hepimiz hükümet ile kuvvetliyiz. Reisi cumhur, başbakan. Kimse? Zamanın bakanlarıyla, onlarla kuvvetliyiz.

Onlar olmasa başımızda, anayasa, o kanunlar olmasa; birbirimizi yiyeceğiz. O kanunlar, hükümet başımızda olduğu halde… Bir taraf. Bir taraf. Bir taraf; kara kuvveti yine birbirimizi yiyoruz. Allah, bizi o nefsimize bırakmasın! Amin. Allah bütün insanlardan, bu nefse kulluğu kaldırsın inşallah. Amin. Kardeşiz; birbirimizi yemeyelim. Hükümetimize, milletimize, birbirimize itaât edelim. O Barışı! Burada mı? Barışı oku. Sonuna yazmışlar. Oku!

“ Bu dünyayı yaratanımız olan Allah’tan bir hediye olarak almış bulunuyoruz. Yerküre bize bir armağandır. Aklı selim ve vicdan ile, bu mekanı, bize emanet etmiş olan Allah’a iade edelim.”

Amin.

Bu güç kuvvet ile... Fakat hiç olmazsa ikiye, üçe çıkalım. Burada beş tane var. Allah’a vasıl olmak, Allah’la konuşmak, Allah’la kalkmak, Allah’la oturmak. Beş tane var. Biz daha birincisindeyiz. İki, üç de vardır içinde Elhamdülillah. Fakat dörde, beşe geçelim inşallah. Oku…

Allah’ım!

Lütfet ki gittiğimiz her yere barış götürelim;

Bölücü değil, bağdaştırıcı, birleştirici olabilelim.

Nefret olan yere sevgi,

Yaralanma olan yere affedicilik,

Kuşku olan yere inanç,

Ümitsizlik olan yere ümit,

Karanlık olan yere aydınlık

Ve üzüntü olan yere sevinç saçıcı olmayı bize lütfet.

 

Allah’ım!

Kusurları gören değil, kusurları örtenlerden;

Teselli arayanlardan değil, teselli edenlerden;

Anlayış bekleyenlerden değil, anlayış gösterenlerden;

Yalnız sevilmeyi isteyenlerden değil,

Sevenlerden olmamıza yardım et.

Yağmur gibi hiçbir şey ayırdetmeyip

Aktığı her yere canlılık bahşedenlerden,

 

Amin! Bütün insanlığa, hayvanata. Ormana birisi bir ateş atıyor. Ciğerine atıyor. Ormanda da her şey yanıyor. Merhameten Ya Rabbi! Amin.

 

Güneş gibi hiçbir şey ayırdetmeyip

Işığıyla tüm varlıkları aydınlatanlardan,

 

Ya! Doğdu! Kutup’a geldi şimdi. Amin.

 

Toprak gibi herşey üstüne bastığı halde

Hiçbir şeyini esirgemeyip

Nimetlerini herkese verenlerden,

Ve gece gibi bütün ayıpları sarıp örten,

Âlemin dinlenmesine imkân hazırlayanlardan olmayı

Bize lütfet.

Alan değil veren ellerin,

 

Alan değil veren ellerin yahu! Yahu he deyin. Amin!

 

Affedici olduğu için affedilenlerin,

Hak ile doğan,

Hak ile yaşayan ve Hak ile ölenlerin

Ve sonsuz yaşamda yeniden doğanların

Safına katılmayı bizlere nasip eyle.

 

Dirildikten Sonra, Bir Daha Ölüm Yok

Hah! Öldükten sonra, tekrar dirileceğiz. Size burada bir müjde verdim. Dördünden, bir, iki, üç, dört, beşinden; bu vücudun içinden diriliyoruz Elhamdülillah! Allah bunu, yolunu açmış bize. Nasip etmiş, çalışalım!.. Yani buradan diriliyoruz. Dirildikten sonra, bir daha ölüm yok. Size bir daha ölüm yok. Bu cesedi teslim edersiniz hocaya. Teslim edersiniz, hoca sizi yıkar. Hoca telkini verir ama, ruh o vücudun içinden değil. O bedenin içinden… Ruh, onu takip eder. Ruh ayrılıyor. Şimdi orada, ceset hocanın elinden kalıyor. O ruh dediğimiz, beşinci mezhebinden, ruh, kendi cenaze namazını kendi kılıyor. Kendi telkini veriyor. Götürüyor onu, mezara bırakıyor. Ve ruh seyyar oluyor. Bir daha ölüm yok.

Allah bunu nasip etsin. Amin. Etmiş de; güç kuvvet versin. Ya!.. Amin. Şu gafletten kalkalım. Ya Allah! Habibi Ekrem’in hürmetine, bu dereceyi bilenin ve görenin yüzü hürmetine! Hadi göreyim sizi.

İbrahim olalım! Ateşe attılar, yanmadı. Ya, ya…

Kalkın yavaş, yavaş… Bir şey varsa söyleyin.

Bismillahi Ya Allah! Allah hepinizden razı olsun. Bu sohbeti, muhabbetiniz, Cuma’larınız artsın! Amin. Habib-i Kibriya’nın üzerine artsın. Beşinci sınıfa kadar, bizi uyandırsın, götürsün!. Hadi bakalım. Aferin size.

Allah hepinizden razı olsun. Allah, hepinizin hayrını, ihsanını kabul etsin.

Bugün İlm-i Ledun’a kadar vardık.  Ama gece yatmayın. Gece beni aklınıza getirin. Bir, iki saat namaz kılın. Ama kılarken, bana da dua edin. Ben kalkamıyorum. Ben, sabaha kadar sancılarla uğraşıyorum. Unutmayın! Unutmayın! Beşinci üniversiteyi bitirelim. Unutmayın inşallah!

Allah’ın nuruyla nursunuz. Allah sizi, hepinizi nur etsin. Amin. Allah’ın nuruyla nursunuz.

Şimdi sizler, böyle el öperken, ben sizlerden utanıyorum. Öpmeyin gidin. Daha memnun olurum. Allah işinizi rast getirsin. Allah’a emanet olun.

Allah güzeldir!.. Güzeli sever!..

 14 Mart 1997 Cuma