32.SOHBET: SIKINTI VE DARLIKTA SABIR
32.SOHBET: SIKINTI VE DARLIKTA SABIR
Ahmedi, Mahmudu, Muhammed!
Hadi oturun. Oku, dinliyoruz. Oku, oku...
“Bir kere sevdikten sonra, neden küçük bir olumsuzlukla, sevgi baloncuğuna gül dikeni atmış çocuk gibi, ağlayıp sızlıyorsun. Ne oldu? Gül koklarken eline gülün dikeni mi battı? Hani Hak yolunda ölecektin? Hani Hak yolunda can verecektin? Ne oldu vaz mı geçtin bu sevdadan?
Gerçekten bir kere seven ebedi sever. Yunus Emre’nin Taptuk Sultan’ı sevişi gibi. Ne yapmıştı Taptuk Emre? Yunus’a haksız yere iftira atan dervişlerine, “Gidin, dövün, cezasını verin!” demiş, onlar da Yunus canı döverek, kapıdan dışarı atmışlar. Fakat Yunus’un kafası, kapının aralığında kalmış. Bu haldeyken bile, “Elhamdülillah! Kafam hala içerde.” diyerek o haline şükretmiş.
İşte, Taptuk Emre, gerçek aşk erini böylece görüp, bağrına basmış. Yaralarını sarmış. “Gözümsün, kulağımsın, canımsın.” demiş. Söze dayanamıyorsun… Daha, birkaç söze dayanamıyorsun. Ne olacak senin halin? Bu nasıl sevgi böyle? Sabrı olmayanın sevgisi olur mu? Gerçekten sevmek istiyor musun? O zaman sevgini sabır, vefa, sadakat ile sarmala, ki kolayca ne el alsın, ne de yel. Şayet sevgini Hak için seviyorsan, bu sevgi Hakk’a götürür.
Dostun sofrasına oturdun mu hemen tatlı bekleme. Tuzludan, sirkeliden nasibini al da sıra şekerliye gelsin. Ama sen dost evine gelince, sana hoş geldin şekeri tuttu diye, sofradan her zaman şekerliyi arıyorsun. İşte, dost sofrasına yeni oturduğunu buradan anla. Dilinin umduğunu değil, dostun sunduğunu kabul et. Sevgi, kısa süreli bir heyecan değildir. Sevgi, bütün zamana yayılmış olan sürekli bir duygudur. Sevgiye ara verilmez. Sevginin fasılası olmaz. Her ne olursa olsun. Sevilene kızılmaz. Sevilene küsülmez. Sevgi tek taraflıdır. Sevgiden karşılık beklenilmez. Sevginin baharı, kışı vardır. Sevgi baharda doğup, kışın ölmez. Sevgi her mevsimde bir başka duyulur. Bir başka sevilir.”
Ve Aleykümselâm. Sen eğer bu tarafa gitmiyorsan, o ilacı ona ver. O götürsün. Ama gideceksen, gezeceksen götür.
“O götürsün nasibini alsın.”
Ne nasibi alacak? Siz nasibi, Allah’ın Resulü’nden alın. Kimseden beklemeyin. Allah ve Allah’ın Resulü’nden alın.
Size İrfan Okulu kitabını dağıtacağım. Onu dağıt, isteyene ver. Allah razı olsun. Allah’a emanet olun. Allah tekrarına erdirsin. Lütfuyla, ihsanıyla, rahmetiyle, rızasıyla. Eli öpen çok olsun. Trilyonlar olsun, milyarlar olsun. Bugün camide hutbe uzadı mı? Geç geldiniz.
Onun için Miraçtan bahsettim. Ben seni sordum. Dedi ki hasta dedi. İyi misin? Hasta olmayın. Has’ta olun. Has olun!.. Has’tan olun. Hasta olmayın. Has’tan olun! Has’tan olun…
Cümleten, gören görmeyen, bilen bilmeyen. Allah’ın rahmeti her yerde ve Hüve külli şeyin!.. Allah tekrarına erdirsin. Cümleten hoş geldiniz.
Bugün iki bayram kutluyorsunuz. İki bayram, kutlu olsun!
Birisi Cuma. Cumali, Cemâl, Kemâl, hepsi içinde.
Birisi Miraç! Bütün insanlık âlemine, Kürre-i arz’a, Uzay âlemine, semâvata. Hepsine kutlu olsun. O’nun nuru! Her şeye kutlu olsun. On sekiz bin âleme kutlu olsun inşallah.
Miraç için, “Bugün,” demiş… “Bugün başka gün.” demiş. Malumunuz hepiniz de biliyorsunuz. Bunu bir daha burada izah edeyim. Miraç!
Musa Aleyhisselâm
Sabah abdestimi alırken, Musa Aleyhisselâm aklıma geldi. Musa Aleyhisselâm miracı, Tur-i Sina dağında, öyle bir sıkıntıda miraç yapmış. Musa Aleyhisselâm Mısır’da bir kıpti öldürdü. Firavun tarafından birisini öldürdü. Oradan Firavun bir şey yapmasın diye kaçtı. Öldürdüğü Firavunun yakınıymış. Musa Aleyhisselâm’ın kendi de Firavun kucağında büyüdü.. O’nu çok iyi biliyorsunuz, Allah’ın izniyle. Çoğunu da bilmiyorsunuz. Temelinden başlayalım.
Doğuşu…
Firavun, Mısır Firavunu! Cenneti, cehennemi yapan. Kürre-i arz’da ya! “Ben Allah’ım” diyen Firavun. Hanımıyla sabah kalktılar. Nil, mübarek geçiyor. Nil, Fırat, sabah havasını alıyorlar. Bakalım hanımının ismi neydi söyleyin? Asiye. Baktı ki, bir sandık dalgalar arasından geliyor. Bir tahta parçası. Dalgaların arasından gelir. Gösterdi Firavun’a. Dedi, “Şunu yakalayalım. Eğer cansa benim, malsa senin.” Firavun kabul etti. Sandığı yakaladılar. Bir çocuk, çaputa sarılmış, baş parmak, ağzında. O da ıslanmış, yani portakal sandığı gibi bir sandık. Islanmış fakat, Allah koruyor. Yakalıyorlar, bakıyorlar. Asiye çok seviniyor. Allah’ım sen her şeye kadirsin. Sözünde duruyor mu? Hanımına diyor ki…
Rivayet odur ki, onun yüzünden, yetmiş bin tane çocuk kesildi. Hamile olanın çocuğu doğar doğmaz, oğlansa kesiyorlar. Musa Aleyhisselâm’ın anası da doğurdu, fakat evi ırmağa yakınmış, o sandığa koydu. “Allah’ım sana emanet.” Dedi ve ırmağa bıraktı. Allah o kadar Kerim, Kadir. Firavun o kadar korktuğundan, korkudan o kadar insanları kestirdikten sonra, getirdi kucağına bıraktı Musa’yı. İş burada. İşte yetiştirdi. Firavun, kucağında yetiştirdi.
Dilinin Peltek Oluşu
Apala, apala geliyor, yavaş yavaş. fakat Firavun’a bir şefkat geldi, bir merhamet. Aldı kucağına onu, sevdi. O da pençesini, böyle sakalına takarken, sanki 15 yaşındaki bir çocuk gibi, kopardı sakalını. “Ben size demedim mi? Bu beni öldürecek…” diye sırt üstü atıverdi. “Kesin bunu. Bunu da kesin. Bana… Ölümüme sebep olacak…”
Etrafındaki heyet hemen kalktılar. Çocuğu aldılar. “Peki efendim.” dediler. Asiye dedi ki; Sizden bir akıllı yok mu? Bu çocuğu kurtarın. Bu zalimin elinden kurtarın.” dedi. “Efendi bir şey yapalım.” dedi. “Bir tepsiye altın koyalım. Ateş yanına, bir tepsiye de ateş koyalım. İkisini yan yana koyalım. Bir metre açıklıkla. Çocuk gelirken bırakalım, eğer altına sarılırsa katli vacip. Ateşa sarılırsa...” “Peki.” demiş. Aynı yapmışlar. Çocuğu oradan bırakmışlar.
Diyor ki Cenab-ı Allah; “Altın tarafını meleklerle kapattım. Set çektim. Sırf ateş kaldı.” Apala apala ateşe gidiyor. El atıyor. Ağzına koyuyor. Çocuklar o zamanda öyle. Hem dili yanıyor, hem eli yanıyor. Musa Aleyhisselâm peltek konuşuyormuş. O yanmasından. Berat oluyor. Allah berat ettiriyor. Firavun etmiyor da, Allah berat ettiriyor. İşte bak, çocuk aklı ermez. Firavun razı olmuyor ama, heyette ekseriyet var. Bırakıyor. Şimdi o bir mevzu.
Kıptiyi Öldürmesi…
Miraç…
Musa Aleyhisselâm, Turi Sina dağında miracı sıkıntı zamanında yapıyor. Bugün o aklıma geldi. Sabah vakti…
Musa büyüyor. 20 yaşına geliyor. Bir Kıpti, Firavun’un adamlarından birisi, sokakta iki kişi dövüşüyor. Birisi, sanki İbrahim Aleyhisselâm. Kendi adamlarıymış. Öyleleri de varmış yani. Birisi de Firavun tarafından. Firavun tarafındaki, ötekini altına alıyor. Dövüyor. Musa Aleyhisselâm arka çıkıyor. Bir tane can damarına değdiriyor. Orada ölüyor. Hemen Firavun’a haber veriyorlar. Musa Aleyhisselâm sarayı terk ediyor.
Şuayb Aleyhisselâm…
O günden itibaren, Şuayb Aleyhisselâm’ın yanında çobanlık yaptı. Kaçtı O’nun yanına gitti. Dört tane kız kardeş, sürüyüp koyun getirmişler suya. Bir kuyudan su çekiyorlar. Koyunlara veriyorlar. Musa Aleyhisselâm onlara rast geliyor. Yirmi yaşında genç, delikanlı Musa Aleyhisselâm. Selâm ediyor.
“Müsâdeederseniz, bu zahmeti ben çekeyim. Siz yoruldunuz.”
“Buyur çek.” diyorlar. O çekiyor. Onlar döküyor. Biraz onlarla konuşuyor.
Diyorlar ki: “Sen madem garipsin, misafirsin, bir yeri bilmiyorsun... Seni babamıza götürelim.”
“Peki.” diyor.
Birisi koyuna bakıyor… Büyük ablası alıyor... Musa Aleyhisselâm alıyor...
Şuayb Aleyhisselâm, orada şeriatı koruyor. Ama diyor ki; “Sen on adım benden ileri gideceksin. On adım ben senin gerinden geleceğim. Çünkü yolu tarif edeceğim." diyor.
“Olur peki.” Elini öpüyor. Hoş, beş… Çoğu vazifeyi üzerine alıyor. Bir rivayet üç sene, bir rivayet yedi sene koyun güdüyor.
Asası
Bir nokta için buraya girdim. O büyük kızı nikah yapıyorlar. Tam hamile zamanı, doğum yakın. Musa Aleyhisselâm, af diliyor kayınpederinden. “Bana müsâde edersen, böyle bir rüya gördüm. Ben Mısır’a hareket edeceğim.” diyor.
“Hay hay!” Öteki kızına diyor ki, değnek yuvarlamış, “Hediye edelim.” Kız gidiyor, bir tane çekip getiriyor. Gözleri amaymış. Ama iyi biliyor. Peygambermiş. Kim olursa, Allah şefaatine nail etsin. Peygamber’dir. Yani değneği şöyle muayene ediyor. “Bu değildi.” diyor. “Bunu götür at. Bir tane daha al getir.” diyor. Bir tane çekiyor, gene aynı… Üç defa!.. “Ya Musa!” diyor. “Sen Peygamber olacaksın. Estağfurullah. Bu değnekten belli. Bu değnek seni bekliyor.” diyor. Allah’ın hikmeti bu, senin asan bu, işte asa orda.
Miracı
Aile hamile, yola çıktılar. Kış zamanı. Fırtına… Turi Sina dağına çıktılar. Yağmur yağıyor. Fırtına var, rüzgar var. Sıkıntı zamanı… Maddi olsun, manevi, bir sıkıntı olursa sabredin. Bir hastalık, bir açlık, bir kar, vesaire, vesaire… Sıkıntıda sabredelim. Sıkıntıda sabredelim. Şimdi oraya geleceğiz inşallah.
Yola girerken hanımı diyor ki; “Musa beni sancı tuttu.” diyor. “Çocuk gelecek.” O fırtınada, sıkıntı içinde Musa Aleyhisselâm, ateş yok. Üç adam var yanında, o adamları götürüyor. İki, üç deve var. Bakıyor ki, tam o dağda, uzakta bir ışık yanıyor. Ateş var. “Gördünüz mü? Gördük.” diyor. “Siz bunlara mukayyet olun.” “Çocuk, boğulmasın, üşümesin.” diyor. Ateşe doğru koşuyor. O ateşe doğru koşarken, hanım doğuruyor. Hanımı kendi göbeğini, kendi kesiyor. Çocuğu bir beze sarıyor. Erkekler var, ama uzak. Yanaşmıyor. “Siz yanaşmayın. Allah bana yardım eder.” diyor. Vazifeyi görüyor. Kendi yatağı; üzerine örtüyor. Çocuğu emziriyor. Bekliyor ki Musa ateş getirecek. Musa Aleyhisselâm o sıkıntı zamanında, tam ateşe yanaşırken, ışık! Koca bir ağaç, yanıyor. Bir ağaç, Nur-i İlahi, fakat ateş renginde. İşte oradan çıkıyor ses.
“Ya Musa! Nalını çıkart da, öyle gel.” Şimdi biz Nalın diyoruz. Biz zannediyoruz ki ayakkabı… “Nalını çıkart ta, Ben Rabbinim öyle gel.” diyor. Şimdi nalın: nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi... Nefsi mutmaine’ye kadar, onu çıkartmak lazım. O hepimizde var. “Nalını çıkar da öyle bana yanaş.” Nalın ayakkabı değil. Nefsi emmareye ait.
Bu sesi de işitir işitmez, yüzü koyun bayılıp düşüyor. Aklı başına gelirken, kendine gelirken, yine aynı ses. “Ya Musa! Elindeki değneğe hakim ol. Senden gelen bütün cezalar, orda zuhur edecek.”
Musa Aleyhisselâm dönüp geliyor. Ateş nerede? Orada, dar!.. Ailesi sıkıntıda, o fırtınada, o yorgunlukta. O sıkıntı… Cenab-ı Allah! Musa Aleyhisselâm miracını yapıyor. O gün, Miraç yapıyor. Miracı oradan yapıyor. O Nur’da, o ağaçta.
Allah’ım Seni Görmek İstiyorum
Ondan sonra, Turi Sina dağında yine bir tecelli ediyor. O ayrıdır. “Allah’ım seni görmek istiyorum.” Bu da var. “Seni görmek istiyorum.” Musa Aleyhisselâm, Cenab-ı Allah ile çok samimi olmuşlar. Yani, çok isteği var Musa Aleyhisselâm’ın.
“Ya Musa! Dayanamazsın.” “Beni görmeye dayanamazsın.” Ya!
“Allah’ım, dayanırım.” Diye Musa ısrar ediyor. Dön, arkadaki dağa bak. Turi Sina dağı, Turi Cebeli dağı. Bakıyor. Bir bakıyor ki, bin bir Musa daha Musa olmuş, secdeye kapanıyor.
“Allah’ım beni affet.” diyor. Bir miracı da orda var, Musa Aleyhisselâm’ın.
“Beni affet.” diyor, yoluna devam ediyor.
Sıkıntı Zamanı
Sıkıntı üzerine aklıma geldi. Siz her an bir sıkıntı üzerine; ya da bir düşmana maruz kalırsınız. Bir açlığa, bir sefalete, bir sıkıntıya vesaire, bir hastalığa. O an Cenab-ı Allah’a sığınalım. Biraz sabır gösterelim inşallah. Tecelliyatı yetişir. Musa Aleyhisselâm’a yetişirse, bize de yetişir inşallah. Çünkü biz daha zalimiz. Musa Aleyhisselâm güçlü kuvvetli. Cenab-ı Allah’a karşı, biz ondan daha zayıfız. Sıkıntı zamanı, ne olursa olsun. Bir kahır, birisine çatacaksın. Aile dahilinden seni kızdırırlar. Çoluk çocuğa sabır gösterin. Onlara sabır gösterdiniz mi selamet yetişir. İnşallah şefaatine nail etsin.
Musa Aleyhisselâm. Allah!..
Onu orada bırakalım mı?
Efendimizin Miracı
Muhammed Aleyhisselatü Vesselama dönelim. Bir daha burada söyledik zannederim. Kölesi olan Halisi yanına alıp, Taif’e hareket etti. Allah’ın rızası için. Acaba Taif beylerinden birini, iman ettirebilir miyim diye? Bir daha burada söylendi, ama aklınızda var inşallah. İşitmeyen için söylüyorum. Sıkıntı yani malumdur. Taifliler hep zengin adamlar, beyler. Güzel bir havası var. Bağ, bahçe var. Sular. Giderken sabahleyin, kuşluk zamanı, ismi işitilmiş bir bey, ki, en merhametli de oymuş. Yani onun kapısını çalıyorlar. Misafir oluyorlar.
“Siz nerden geliyorsunuz?”
“Medine.”
“Nereye gidiyorsunuz.”
“Gariban böyle dolaşıyoruz.”
Sual ediyorlar. Bir çay, kahve geliyor; içiyorlar.
“Siz Medine’den mi geliyorsunuz.”
“Evet.”
“Orada; yalancı bir Peygamber gelmiş.”
Allah cümlemizi, nefsimizi ıslah etsin.
“Muhammed isminde birisi, ben Peygamberim diyor. Kureyşi Kabileden. Öyle bir şey işittiniz mi?”
“İşittik Efendim.”
“Nasıl adamdır?” “
“Biz iyi görüyoruz.”
İşte Habib-i Kibriya! Orada nazikane, yani ona yedirmek için, ufaktan ufaktan bir şeyler söylüyor. O vakte kadar, birçok kalabalık geliyor onun evine.
“Bunların hepsi iyi. Yoksa sen de O’ndan mısın?” diyor. “Sen O’nu gördün mü?”
“Gördüm değil de Efendim, ben kendisiyim.” diyor. Ama biz, şimdi dara düşersek, kurtulmak için bize müsâde var. Ama O’na müsâde yok. “İşte o adam, benim” diyor.
“Ya! Ee! Ne arıyorsun burada?”
“İşte geldim ki, birinizi ıslah edip; bir taraftan, bir merhametle, bir şefkatle, bana yardımcı olasın.” diyor. Kelime-i Şahadeti getiriyor ama. Düşünüyor. Her şey yerinde. Kelime-i Şahadeti getiriyor.
Hemen işaret ediyor gençlere, “Bunu kovun.” Arkasından diyor ki; “Bunun canını iyice acıtın. Taş vurun, sopa vurun ki, bir daha buralara gelmesin.”
Allah’ım Bu Gençleri Affet
Gençler efendimizi önüne katıyor. Şehrin dışına çıkıyorlar. Gençler bırakıyorlar, ama o vakit kölesi Hz. Hatice’nin kölesidir. O Haris, nereden taş geliyorsa, o da perde oluyor. Hep yara içinde kalıyor. Peygamber Efendimiz, iki ayağından kan geliyor. Taif bağlarının arasından, su akıyor. Suyun kenarına oturuyor. O kan ile, o hâl ile, kalkmış abdestini almış. Allah rızası için, iki rekat şükran namazı… Şu hale, sıkıntıya bak, şu sopaya bak. Ondan sonra duada, Taif halkı için dua ediyor. “Allah’ım bu gençleri bana ümmet et. Bunların kusuruna bakma, bunları affet.” diyor.
O halde Haris yatıyor, hali yok, diyor ki, “Allah’ın Resulü, şu halimize bak. Bir de sen ,onlara dua ediyorsun. Onlara affı mağfiret ediyorsun.” diyor.
“Bize düşen vazife o. Onlar bilmiyorlar. Bilseler senin ayağının suyunu içerler. Bilmiyorlar” diyor. “Biz onların kusuruna bakmayalım.” diyor.
Papaz
Bir papaz, iki beyin bekçisi. İki de kardeşi var. Taif’li. Bağın bekçiliğini yapıyor. Bunların böyle konuşması, kaçması, dayak yemesi, su başında kalkıp iki namaz kılması… Kaya yakınından, böyle işitiyor. Papaz İncil’i okumuş. İncil’i okuduktan sonra, diyor ki: “Ahir zaman Peygamberi gelecek. Bu kendisi yahu. Sen duruyorsun.” İki salkım üzüm koparıyor, gidiyor. Selamun Aleykum ve Aleykum Selâm.
“Size birer salkım üzüm getirdim.”
Allah’ının Resulü soruyor: “Bağ senin mi?”
“Hayır,” diyor, “ben bekçisiyim.”
“Öyleyse kusura bakma, bağın sahibi olmayınca yemeyiz.” diyor.
O vakit papaza, karşısındakinin ahir zaman peygamberinin tam kendisi olduğuna büyük kanaat geliyor. …
“Müsâde edersen,” diyor, “gideyim, sahibinden helâllik dileyeyim.”
“Hadi git.”
Gidiyor. İki kardeş de, bir yerde oturuyorlar.
Papaz: “Size bir müjdeyle geldim. Kalkın. Ben yirmi, otuz senedir size hizmet ediyorum. İncil’de yazılı, bir ahir zaman Peygamberi, gelecek diyor. İşte geldi. Sizin bağın altında, suyun başında bekliyor. Gelin, iman edin.”
Alay ediyorlar. “Biz üzümü helâl ettik. Eğer öyle bir şey olursa, Peygamberlik olursa, bizi de unutmasın.” diyor bağın sahipleri.
Geliyor, Allah’ının Resulü’ne aynı söylüyor.
“Peki.” diyor. Üzümü yiyiyor. Papaz, hemen Müslüman oluyor. Kelime-i Şahadet getiriyor. “Eşhedü enla ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu.” Elhamdülillah. Cümlemize.
Halası Ümmü Hanım…
O saat, o dakika. Kalkıp, daha da sıkıntıya giriyorlar. Mekke’ye doğru hareket. Malumdur işte. Miraç gecesi. O Miraç, bütün insanlık âlemine kutlu olsun. Amin. Halası Ümmü Hanım’ın evine geliyorlar. Düşman çok. Mekke’de hep cahil, düşman dolu. Gece, evine geliyorlar. Kapıyı çalıyor. Hala kapıyı açıyor ki, yeğeni.
“Ya Muhammed!” Bağrına basıyor. İçeri alıyor. “Hemen bize bir su.” diyor. Hala bir su getiriyor. Abdest alıyor.
Ümmühan, “Benim canım sana feda.” “Evin içinde yiyecek bir şey yok. Karnınız da aç.” diyor. “Ben ne yapabilirim.”
“Sen,” diyor “bizi baş başa bırak, sen rahatına bak. Burada sabah edelim. Yorgunuz.”
Böyle böyle, sopa yediğini, yara içinde olduğunu halasına söylemiyor. Bir hasırın üzerinde, namaz kılıyorlar. Zahit’e diyor ki; “Sen yat rahatına bak.”
Allah o saati, o dakikayı, o rahmeti, o rızasını, o ihsanı bütün insanlara ihsan etsin. O’nun müsâde ettiği kadar. Allah’ının Resulü’nün müsâde ettiği kadar. Çünkü dahil edersek, işler başka türlü olur. Bir dua ederken, düşmana dosta, Allah’ının Resulü’nün müsâde ettiği kadar kabul et Allah’ım. Ondan fazla, aman bir şey söylemeyin. Dikkat edin. Dikkat edin… O’nun yukarısına çıkmayın. Sopalar hazır. Allah korusun cümlemizi Amin. Şefkat, merhametini taşır da; Efendim, işte şu düşmana da merhamet et. Allah’ının Resulü müsâde ederse… Şefkat, merhameti; insanın şefkat, merhameti kainatı alır. Fakat Allah’ının Resulü müsâde ettiği kadar. O’nun yukarısına çıkmayın. Buna çok dikkat edin.
İşte o gece. Şimdi bir dakika… Hala canım! O halayı, onu çok sevelim. Efendisi vefat etmiş. Efendisinin zırhını giyiyor, çifte kılıcını alıyor. Evin etrafında dolaşıyor ki, Ebu Cehil tarafından, görmüş olanlardan bir ziyan gelmesin. Kendini, o gece sabaha kadar… Yeğen, Hz. Muhammed (Allah’ın selamı üzerine olsun)… Canımız feda. O’na feda ediyor canını. İşte o halası! Allah şefaatlerine nail etsin. Evet Efendim.
Miracı
Allah’ın Resulü de iki rekat namazı kılıyor. İşte o namazdan sonra, uyku diyordu. Uyku arasında… Uyku değil de, Miracı devam ediyor.
Şimdi, Miraç vakti ayetini kim biliyorsa, okuyun. Kim biliyorsa. Miraca gittiği o gece. Kim biliyor yahu? Yapmayın yahu.
Mealen söyleyebilir miyiz?
Meali değil, ayeti ile okursan iyi. İyi olur. Yok mu? İsra suresi…
“Bismillahirrahmanirrahim ....
“Süphânelleziy isrâ bi’abdihî leyle minel mescidil harami ilel mescidil aksalleziy bâreknâ havlehü linüreyehü min âyâtinâ, innehü hüves semiy’ul basıyr.”
(Yüce ve her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allah, Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya, O’na ayetlerimizin bir kısmını gösterelim diye, götürdü. Şüphesiz ki O, her şeyi işiten ve her şeyi hakkıyla bilendir!)
İşte bu yahu! Hepiniz biliyorsunuz yahu. Lillahil Fatiha.
Sabırlı Olun
Onların bize ihtiyacı yok. Bizim O’na ihtiyacımız var. Taif’de çektiği sıkıntı. O gece, o mesafesi çok; yaya halasının evine gelmesi, o yaraların içinde sabır göstermesi ve onlar için, taşlayanlar için dua etmesi, o şiddetli azap içinde, o gecenin Miraç vakası! Onun için buraya girdik. İnşallah hepiniz sabırlı olun. Dünya afetlerinden, kaza belalarından, hastalıktan, açlıktan her şeyden biraz sabırlı olun.
O müjdeyi sabah namazından sonra, Haris mi halasına haber veriyor? Çünkü orada gördü? O sıkıntı, yaralar içinde… Ve yaralayanlarına kızmayarak, O sıkı zamanında, elini açtı, bütün âlemler için af diledi. Bütün âlemler için af diledi. O anda, Miraç vakası!
Sabahına, kendi halasına diyor. “Allah bir nasip etti, gittim.”
Birisi bana gösterdi. O evvel varmış. Doğum evi, yattığı yer. Gittik. Adam dedi ki: “Burası. Bir salât-ı selâm oku.” Dedim; “Sen git.”
Orada bir Arap, sağ tarafında. Şimdi gözümün önünde ev. Böyle kapı. Arabın birisi, uzun boylu, tam siyah da değil. Orta esmer. Yüzünü çevirmiş, kapıya kolunu yastık yapmış, uyuyor. Kapıyı kaplamış. Ama gittiğim vakit, ben ne yapabilirim? Duvara muvara elimi sürdüm, çıktım geldim. Arabı gördüm ama, şöyle uzanmış uyuyor. Kapıyı kapatmış. O eve gidiyor.
Biraz sonra. “Bunu, bana kim inanacak? Bu sözüme… Miraca en yakın Ebu Bekir Sıddık. Gideyim de, ona haber vereyim. Biraz da kederimi alsın.” diyor. “Yorgunluğumu…” Ebu Bekir Sıddık’ın bu meseleden haberi yok. Taif’e gittiği o geceden, haberi yok. Allah’ın Resulü’nü bir gün görmemiş. O’nu gidip evde ziyaret edecek. İkisi tam yolun ortasında karşılaşıyor.
“Nereye ya Ebu Bekir?”
“Allah’ının Resulü malumdur, sana geliyorum. İki gündür seni görmedim. Sen nereye Allah’ının Resulü?”
“Ben de sana geliyorum.”
“Buyrun gidelim.”
Allah’ının Resulü diyor ki: “Yol mesafesine bakalım. Senin evin mi yakın, bizim mi yakın?”
“Allah’ının Resulü, senin evin yakın.” diyor.
İşte geliyor. Bu mübarek gecenin, Allah rahmetine, rızasına, şerefine nail etsin. Bu gece başka bir gecedir. Bu… Hz. Fahri Kainat Efendimiz (Allah’ın selamı üzerine olsun) o sıkı şiddetli azapların içinde, Miraç yapıyor.
Musa Aleyhisselâm, ailesi. Ailesi doğum yapıyor. Ateş görüyor. O fırtına içinden de Miraç yapıyor.
Peygamberler… Bir de Yunus Aleyhisselâm. Balığı, kendi kendini…
Birçok Peygamberler, tam böyle mutazarrır (zarar görmüş), sıkıntılı zamanı. Ya hasta, ya aç, ya kavmin elinden dayak yemiş, ya asılacak.
Biz Peygamber olamayız. Ama onları seviyoruz. Elhamdülillah, hepimiz. Kelime-i Şahadet, Kelime-i Tevhid getiriyoruz, mübarek günü biliyoruz. Mübarek günü. Cuma’mızı kıldık. Allah kabul etsin. Bütün İslam âlemine kabul etsin. İnşallah Amin.
Allah korusun, böyle bir hastalık bize gelir. Baba ölür, evlat gider. Ölüm olur. Ev yanar vesaire… Bir düşman istila eder. Yani bu vaziyette, biraz sabırlı olalım. Cenabı Hakk’a elimizi açalım. O’ndan affı mağfiret dileyelim. İnşallah.
Bir Haşr Suresi?.. Kim okuyacak? Cesaretle olur yahu. Sen oku yahu. Ben bunu elli defa sizden rica ettim. Öğrenin dedim. Yapmayın bu tembelliği atalım yahu.
“Bismillahirrahmanirrahim
Huvallahüllezi lâ ilahe illâ Hu.
Alimül gaybü veş şehadeh
Huver Rahmanir Rahim.
Huvallahüllezi lâ ilahe illâ Hu
El Melikül, Kuddüsüs, Selâmül, Müminül,
Müheyminül, Azizül, Cebbarül, Mütekebbir;
Sübhanallahi amma yüşrikun.
Huvallahül Halikül, Bariül, Musavviru, lehül Esmaül Hüsna;
Yusebbihu lehu ma fissemâvati vel ard,
Ve Huvel Azizül Hakîm.
Huvel Evvelü, vel Ahirü, vez Zahirü, vel Bâtınü,
Ve Huve alâ külli şeyin Alîm.”
Allah rızası için, Lillahil Fatiha!
Allah razı olsun. Ayeti almayan var mı? Almayan varsa alın. Ezberleyin. Bak kaç defa, iki, üç aydır bu ayet üzerinde duruyorum. İşte şimdi bu ayeti okudu. Hepsini öğrenin yahu. Almayan varsa, alın alın. Onların hepsine verdim. Siz de alan gibi etmeyin. Ezberleyin iyi mi? Gelecek Cuma soracağım inşallah.
Şeyh Edep Ali’nin Duası…
Osmanlıların duası. Şeyh Edebali’nin, Osman Bey’e nasihat duası. Bütün, Sultan Hamid’e kadar, Vahdettin’e kadar bu devam etti. Tasdik eden, okuyan muvaffak oldu. Kalan, geri kaldı. Osmanlıların duası.
“Oğul, insanlar vardır. Şafak vaktinde doğar, günbatınca ölür. Unutma ki dünya, sandığın kadar büyük değildir. İki paralık güneşe aldanıp, sonra da karda, ayazda kaybolup gitme. Güçlüsün, akıllısın, söz sahibisin, ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen, sabah rüzgarında savrulur gidersin.”
Bir dakika… İmamı Ali Efendimizin, Mısır valisine yazdığı mektup. Bunu oradan almışlar. Mısır valisine yazdığı ve Edebali Hazretleri ve Osmanlılar bunu taklit etmiş. Evet oku. Edebali! Mısır valisine yazdığı… Hepsi değil de, onun içinden almışlar.
“Öfke ve benliğin, bir olup aklını yener. Daima sabırlı ve sebatlı ve iradene sahip olasın. Azminden dönme. Çıktığın yolu, taşıyacağın yükü iyi bil. Her işittiğinin gereğini, vaktinde yap. Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme, sözünü unutma. Sözü, söz olsun diye söyleme. Ananı, atanı say. Bereket, büyüklerle beraberdir. Sevildiğin yere sık gidip gelme, muhabbetin kalkar. İtibar olmaz.
“Üç kişiye acı; Cahiller arasında Âlime, zenginlikten fakir düşene, hatırlı iken itibarını kaybedene. Unutma ki yüksekten yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Ululanma, düşmanını hor görme, düşmanını çoğaltma. Düşmanlığın başını da sonunu da sen belirle. Haklı olduğun kavgadan korkma. Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.”
Sadakallahülaziym. İsteyen olursa alın. Kim isteyen varsa. Güzeldir. Güzeldir.
Bir şey diyeyim mi? Çok güzel. Eğer Hak ve Adaletten ayrılmadığın sürece, üç kıtaya hakim devlet kurarsın. Ne zaman Hak’tan ayrılırsan, o zaman... Amenna ve Saddakna.
Alın, bir şeyler yazın. Bir şey öğrenin. Tembel tembel yaşamayın. İşiniz varsa durmayın, kalkın. Yolda ezberleyerek git. Hadi, hayırlı müjdeler getirin inşallah.
Ey kulum daha ondan büyük mü olur? Bana gelmek bana kavuşmak için ölmek istiyorsun. Bana gelmek bana kavuşman için ölmen gerekmez. Allah Allah. Öldüğünüzde bedeninizle gelmiyorsunuz ki. Dünya yaşamında gözle görebildiğin duyularla algılıyabildiklerine sevgiyle baktığın an, ben senin yanında, sen benim yanımdasın. Amenna ve Saddakna. Bir sayfa, oku bakalım…
“Sen, eline aldığın alamadığın, gözlerinle gördüğün göremediğin, her şeyin benden bir parça olduğunu bilmez misin?
-Sizin o parça ve özüne, ruh demiyor musunuz? O ruhlarla, yani özle, sevgimizi birleştirebildiğimiz an, ben senin yanında, sen benim yanımdasın.”
-Sen kendi ruh varlığı sırrına erebildiğin an, ben senin yanında, sen benim yanımdasın. Sandığımız gibi birbirimizden uzak yerlerde değiliz. İçtenlikle beni andığın an, ben sana şah damarından daha yakınım. Bunu bilmez misin?”
Bir dakika, bak evvelde de almış, sonunda da aldı. Sizler dağıtın, Hadis-i Şerif dağıldı.
Kırk hadisten, ya, işte o hadisi izah ediyor. Hepinizde var aynısı. Aynısı hepinizde var. Daha onda neler var. Fakat Efendi, kendi hali arzusuyla yazmış. Gene istifade etsinler. Çünkü daha başka şeyler var. Hadis almayan var mı? Vereyim. Hepsi almış. Elhamdülillah.
Birisi geldi İstanbul’dan bastırmış. Evet…
“Dünya deyimi ile birimize en yakın, en uzak olanıyız.”
Sende dursun. Hiçbir şey bırakmayın. Herkes bildiğini söyleyecek burada. Arzu olanı söyleyecek. Düşmanını, dostunu söyleyecek. Burada her şey söylenir. Allah tekrarına erdirsin.
İşiniz yoksa gelin. Birbirinizle tanışın. Bir şey alın, bir şey öğrenin. O da aynı hadisin içinde vardır.
Ver hadisten. Bundan almayan varsa, Elhamdülillah almışlar. Zenginler yani.
Sen, kırk hadisin girişini, bir okur musun? Herkes aldığını okusun. Cumanız hayırlı olsun.
“Bismillahirrahmanirrahim.”
İyi dinleyin. Okuyun evde. Evde rafa, dolaba koymayın. Ailene okuyun. Arkadaşa okuyun. Okuyamazsanız, birisine verin. Bir dakika... Bizim camide vardı. İmamı geldi buraya. Beş, on kişide vardı. Ona çoktan verdim. Orayı verdim. Dedim oku. Yabancı hanımlar vardı bilmeyen. Biraz bize izah et. Yapamadı, ya yapamadı. Sen ne kadar tembelsin dedim. Ya, söyledim.
“Bismillahirrahmanirrahim.
Allah’a hamd olsun… Ki O zatı ile zatında ve zatı için esma ve sıfat tecellileriyle tecelli eder.
Ve O, sıfatının çokluğu ile, zatının birliğinde zahir olur.”
Amenna ve Saddakna. Gece, gündüz okuyun. Bunu okuyun.
“Sonra o nimetlerinin ve iyiliklerinin zuhur yerlerinde, isim ve sıfatlarının gömleklerine bürünürde görünür.
Yine O, öyle bir zattır ki, kendi kendini gizlemiştir ve saklanmıştır.
“Nerede?” derseniz; deriz ki Gayb hali tekliğinde… hem de şanına yakışan bir gizlilikle.
Delilini isterseniz; işte O’nun kavli:
“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmemi istedim. Halkı bilinmem için yarattım…”
En kâmil, en tam bir mazhar olana Allahu Teâla’dan salat… Ki O en faziletli ve bu fazileti umuma şamil bir tecelligahtır.”
Amenna ve Saddakna
“Ve O en güzel duyan olup, keza mana kokusunu da en çok alandır. Madde ve mana arasında tam nailiyete eren O olmuştur. Madde ve mana suretine yine haiz olan O’dur. Nüsha-i Kübra ile nüsha-i suğra’yı cami olan bir zattır. Yani dünya ile ukbayı temsil eden zat...
O’nun ismi şerifi Muhammed’dir (Allah’ın selamı üzerine olsun). İşte Allahu Teâlâ’dan salat ve selam dileğimiz bu zatadır.
Salat ve Selam bütün âline, pek keremli ve şerefli ashabına da olsun.”
Amin.
“Şimdi kısaca derim ki:
“Bu eser Hadis-i Erbain’dir. Kırk Hadistir… Hepsinden nübüvvet kokusu gelir. Mustafa buğusu tüter.
“Bu Hadis-i şerifler benim virdimdi. Hepsini topladım, şerhettim. Bu şerhim, sofiye meşrebi üzerine oldu. Yani, Tasavvuf…”
Biraz çalışalım. Biraz çalışalım, gıdadan keselim. Hiç olmazsa nefsi mutmainenin üstüne çıkalım, ki anlayalım. Olmazsa; anlayamadığınızı, bilmediğinizi birisine danışalım. Aldığınızı, eve götürüp, rafa koymayalım.
Başarı dileğimi Yüce Allah’a arz ederim.”
Allah rızası için, El-Fatiha!
Mübarek günler. Senin yazdığını biraz daha açmış. Aynı hadis, daha açmış.
Çocuklar, gençler yahu! Biraz merhametle, her vakit size rica ediyorum. Biraz gıdadan keselim. Bak mübarek günler, mübarek aylar gelip geçiyor. Bugün çayı vermedik değil mi? Yarın yine aynıdır. Öbür gün yine aynıdır. İnşallah.
Üç aylarda haftada bir, iki gün oruç tutalım. Biraz ondan keselim. Biraz uykudan keselim. Biraz da, şurada burada ahbaplığı keselim.
Biraz kendimizi Allah’a verelim. Allah’a satılalım yani. Çünkü Allah’ın malıyız, başkası bizi almasın değil mi? Allah bizi alsın inşallah! Başkasına satılmayalım, çünkü Allah’ın malıyız.
Allah hepinizden razı olsun. Mübarek günlerin yüzü suyu hürmetine, Allah kabul etsin. Allah hepimizi Muhammedi olarak, sıhhatli selametle, memleketimizle beraber, tekrarına kavuştursun. Allah’a emanet!
Ya Allah! Durmayın. Bir kısım, bunları alın dağıtın. Şu hadisler inşallah yerini bulsun. Gittiği yerden dönmesin. Oradan oraya atılmasın inşallah. Hadi bakalım, Ya Allah!
Ne mübarek günler, bizi bir araya getiren mübarek günler. Oldu yahu! Selamlar.
6 Aralık 1996 Cuma